Önce yayınlanan ortalama sıcaklık verilerine inanılmıyor. Nedeni de  yeryüzünde ölçülen sıcaklıkların genellikle kent merkezlerinde ve  havaalanlarında olduğu ileri sürülüyor. Bugün kentlerimiz birer ısı  adası olmuş durumda, evler ve binalar çok iyi ısıtılmakta bu da kenti  ısıtmaktadır. Gerçekten Ankara'ya ilk geldiğim 1980'li yıllarda kışın  yağan kar yerden kalkmaz Tandoğan'da bile iki ay buz üstünde yürürdük.  Son 10 yıldır Ankara'ya kar yağıp da 2 gün yerde kaldığı bile olmuyor.  Karşı görüşte olanların ellerinde bir de çok güzel kanıtları var.  Uydulardan yapılan sıcaklık ölçümleri.
   | 
| Yeryüzüne çok yakın olan troposfer katmanının en altında ölçülen uydu sıcaklık verileri. Bu grafiğe baktığımızda da son yıllarda bir soğuma olduğunu görüyoruz. Yerde ölçülenler ile ters bir eğilim var. | 
Yukarıdaki grafikte atmosferin en alt katmanı olan troposferin de en alt  sınırında uydular ile ölçtülen sıcaklık değişimlerini gösteriyor. 1979  yılından bu yana ölçülen bu değerlerin yeryüzü sıcaklığı olduğunu, o  yüzden yerdeki meteoroloji istasyonlarında ölçülen sıcaklıkların  kentlerin ısınmasından dolayı yerin ortalama sıcaklığı için doğru değer  vermediğini savunuyorlar. Bu uydu verilerini destekleyen diğer bir kanıt  ise meteoroloji balonları (radyosond) ile ölçülen sıcaklıklar. Balon  ölçümleri uydu ölçümlerinden önce başladığı için ve birbiri ile gayet  uyumlu olduğundan çıkan sonuç son yüzyılda ortalama sıcaklığın sadece  0.5 derece arttığıdır. Son 50 yılda sıcaklıkta bir değişim görülmediği  halde bu süreçte atmosferde varolan karbondioksitin %70'i insan  eliyle  havaya katılmıştır. O zaman karbon dioksit ile ortalama sıcaklığın bir  ilgisi olmaması gerekir.
   | 
| Yeryüzüne çok yakın olan troposfer katmanının en altında ölçülen uydu sıcaklık verileri. Bu grafiğe baktığımızda da son yıllarda bir soğuma olduğunu görüyoruz. Yerde ölçülenler ile ters bir eğilim var. | 
Küresel ısınmanın insan eliyle olduğuna inanmayanların her veriye  karşılık görüşleri var. Örneğin medyada sık sık kutuplardaki buzulların  eridiği haberi geçer. Ama son zamanlarda uydular ile kutup buzlarının  yüzey alanları ölçülüyor ve bu veriler uzay merkezlaerince yayınlanıyor.  Onlara bakınca tam tersine buzul alanlarının pek değişmediği  anlaşılıyor. Okyanuslardaki deniz yüzeyinin yükseldiği kabul ediliyor  ama onunla ilgili görüşleri de var. Tüm bunlara karşın biz olayın  gökbilimciler tarafına eğilmekte yarar görüyoruz.
   | 
| Dalton minimumuna girerken 3. ve 4. çevrimlerin yapısı ile son 22. ve 23. çevrimin benzerliği dikkat çekici. Grafiğe geçirilmemiş olan 24. çevrimin ilk yılı da 5. çevrim ile uyum gösteriyor. | 
Son güneş etkinliği çevrimleri ile Dalton minimumundan önceki  çevrimleri karşılaştıran grafik çok ilginç. Burada 23. çevrimi Şubat  2010'da bitmiş ama son bir yıldaki güneş leke sayısı aynı 5. çevrimi  takip ediyor. Dolayısıyla yeni bir Dalton minimumu bizi mi bekliyor  sorusu hemen akla geliyor.
   | 
| Bu grafikte güneş çevrim uzunluğuna karşın o çevrimden sonraki yıllarda ölçülen ortalama sıcaklık görülmektedir. Eğer çevrim ne kadar uzun ise sıcaklık o kadar az olduğu görülüyor. | 
Diğer bir kanıt da bir güneş çevrimini uzunluğu ile ilgili. Daha doğrusu  çevrim uzunluğu ile güneş etkinlik çevrimini takip eden ortalama  sıcaklık arasında bir ilişki var ama bu ilişki o kadar sağlam değil.  Benzer bir grafik yine çevrim uzunluğu ile ortalama sıcaklık değişim  trendlerinin ne denli birbirine bağlı olduğunu göstermektedir.
   | 
| Yıllara karşılık sıcaklık değişimi ve etkinlik çevrim uzunluğu beraber çizilmiş bu grafikte her iki değişimin de ne denli beraber gittiği görülmektedir. Özellikle son çevrimin 13 yıldan biraz daha uzun sürmesi acaba sıcaklığı o denli düşürecek mi? | 
İlk notumda uzun dönemli değişimlerin güneş etkinliğine nasıl bağlı  olduğunu göstermiştim. Bu etkinlik ile sıcaklık değişimi arasında bir  ilişki olduğu açık ama bunun bilimsel temeli uzun süre açıklanamadı.  1997 yılında Henrik Svensmark güneş sistemi dışından gelen ve gökada  kozmik ışını denilen olayın iklimi değiştirdiğini ileri sürdü. Kozmik  ışın deyince bugünlerde bol miktarda televizyonlarda gördüğünüz  insanların “kozmik yiyecekler”den veya “kozmik içecekler”den söz ettiği  aklınıza gelir ama bu gerçek kozmik ışın. Kozmik ışın, gökadamızdaki  patlamalardan veya çarpışmalardan kaynaklanan enerjisi yüksek proton,  atom çekirdeği veya elektron gibi atom altı parçacıklardır. Bu  parçacıkları sayan gözlemevleri var. Bu sayımların leke etkinliği ile  ters orantılı olduğu yani güneş etkinliğinin maksimum olduğu yıllarda  kozmik ışın sayımının minimum, leke etkinliğinin minimum olduğu yıllarda  da kozmik ışın sayımının maksimum olduğu biliniyordu. Güneş yüzeyinde  manyetik alan şiddeti az olduğu zaman leke az olur ve güneş rüzgarı da  yoğun olmaz. Bu ise gezegenlerarası manyetik alan şiddetini düşürür.  İşte kozmik ışınları frenleyecek manyetik alan şiddeti zayıf olunca da  kozmik ışınlar yer atmosferine kadar ulaşır. Svensmark'ın yaptığı  yenilik atmosfere giren parçacıkların yere yakın bulut oluşumuna neden  olduğudur. 2007 yılında bu kuramının ayrıntılarını yayınladığı bir  makale ile açıklığa kavuşturdu.
   | 
| Ölçülen kozmik ışın sayımı ile leke sayısının birbiri ile nasıl ters orantılı olduğu bu grafikte görülmektedir. Leke minimumda iken kozmik ışınlar daha fazla. | 
Yine 2007 yılında Nigel Calder ile baeaber yayınladığı kitabında güneş  etkinliğinin iklim değişikliği üzerine etkisinin insan üretimi  karbondioksitten daha fazla olduğunu ileri sürdüler. Son yüzyılda güneş  etkinliğinin fazla olması nedeniyle kozmik ışınların yer atmosferine  yeteri derecede ulaşmadığını dolayısıyla dünya ortalama sızaklığının  arttığını bu kitapda dile getirdiler. Kozmik ışınların atmosferin alt  katmanlarında bulut oluşumuna neden olduğunu da “SKY deneyi” ile  kanıtladılar. Karşı görüşte olan bilim insanları aynı deneyi  gerçekleştiremediklerini ileri sürerek kuramı eleştirdiler.
   | 
| Gezegenler arası manyetik alan şiddetinin çevrim ile nasıl değiştiği bu grafikde verilmiştir. | 
Görüldüğü gibi küresel ısınma için ileri sürülen iki görüş de kavga  etmeye devam ediyor. Tartışma henüz sonuçlanmış değil. Her iki görüşün  de ileri sürdüğü kanıtlara tarafsız olarak bu iki yazımda yer vermeye  çalıştım, ne kadar başarılı olduğumu bilmiyorum ama küresel ısınma  nedenini sera gazlarına bağlayan birçok devletin ve medyanın oluşu ve  benim de bir gökbilimci olmam nedeniyle Svenson'un kanıtlarının daha  kuvvetli olduğuna inanıyorum.
   | 
| Güneşte manyetik alan kuvvetli olduğunda gezegenler arası ortamda da manyetik alan kuvvetli olduğundan kozmik ışınlar yer atmosferine ulaşamaz. O zaman açık gökyüzü ve sıcak bir dünya demektir. | 
   | 
| Güneşte etkinlik minimum olduğu zamanlar kozmik ışınlar yer atmosferine ulaşarak yere yakın bölgelerde bulut oluşumuna neden olmaktadır. O zaman da soğuk ve yağışlı bir dünya ile karşı karşıya kalıyoruz. Bulutlar Güneş'in bizi ısıtmasını önlemektedir. | 
Tüm bu tartışmaların bir de politik yanı ver doğal olarak. Bugün ABD,  Kanada, İngiltere, Almanya, Japonyo gibi gelişmiş ülkeler küresel ısınma  konusunda kıyameti koparıyorlar. Bunun nedeni olarak bu ülkelerde  gelirin artık sanayiden değil teknolojiden kaynaklandığını dolayısıyla  sanayi ile birlikte gelişmekte olan Çin, Türkiye gibi ülkelerin geri  kalması için ellerinden geleni yapmaya çalıştıkları konusunda görüşler  var. Eğer karbondioksit salınımını düşürmezse Kyoto anlaşmasındaki  maddelerden dolayı ülkemizin milyarlarca dolar ödemek zorunda olduğunu  ileri sürenler var. Ben poitikadan anlamam işin bilimsel yönüne bakarım.  Küresel ısınma mı yoksa küresel soğuma mı önümüzdeki 5-10 yılda ortaya  çıkacak, bakalım kim haklı? 
   | 
| Eski zaman iklimcisi Dansgaard buzul çekirdeklerindeki oksijen-18 izotopunu ve deutoryumu ölçerek daha önceki yıllarda sıcaklığın kuzey yarımkürede nasıl değiştiğini buldu. Grafikde sıcak ve soğuk dönemlerin nasıl değiştiğini görmektesiniz. | 
Prof.Dr. Ethem DERMAN-Ankara Üniversitesi, Astronomi ve Uzay Bölümleri Bölüm Başkanı