Gökyüzünün Güzellikleri: Maymun Başı Bulutsusu

Prof. Dr. Ethem Derman' ın kaleminden...

Orion takımyıldızında bulunan bu bulutsu bizden 6400 IY uzaklıkta. Gökbilimdeki adı NGC 2174. NGC 2175 açıkyıldız kümesi ile içiçe. Amatör fotoğrafçılar buna Maymunbaşı demişler, ne kadar da haklılar değil mi? Bulutsu bir yıldız dğumevi. Doğmuşlar ve yaşıyorlar ama yeni yıldız oluşturmak için materyal kalmamış, hastahaneyi kapatıp doktorları salıvermiyorlar ama. Buna neden de yeni oluşan yıldızların güçlü ışınım ve rüzgarları ile var olan bulutun dışarı atılması sonucu yeni doğum olmuyor. Görünen parlaklığı 6.8 kadir olduğu için gelecek kış proğramıma aldım bu güzeli.

Bu güzel fotoğrafı amatör gökbilimci Peter Shah çekmiş. Kullandığı filtreler Halfa, SII ve OIII. Birinci filtrede 30 dakika diğer ikisinde 50'şer dakika poz vermiş ve çektiği bu üç görüntüyü işleyerek birleştirmiş. Bu güzel görüntü için teşekkür ediyoruz. Sakın maymun diye beğenmemezlik etmeyin. Ben yaratılanı yaratandan dolayı seviyorum. Gökyüzü her zaman güzeldir. 


Sevgilerimle...

Gökyüzünün Güzellikleri: Maymun Başı Bulutsusu

Devamı...>>

IC 4406 : Dört Köşeli Görünüme Sahip Bir Bulutsu

Yuvarlak bir yıldız nasıl olur da köşeli bir bulutsu meydana getirebilir? 

Bu bilmece, IC 4406'ya benzer gezegenimsi bulutsular incelenirken gündeme geldi. Kanıtlar, IC 4406'nın içi boş bir silindir olduğuna ve köşeli görünümünün de bizim bakış açımızdan silindiri yandan görmenin bir sonucu olduğuna işaret etmektedir. Eğer IC 4406 tepeden görülebilseydi, büyük bir ihtimalle Halka Bulutsusu'na benzeyecekti. Sıcak gaz silindirin uçlarından akıp giderken, koyu renkli toz ve gaz moleküllerinden meydana gelen iplikçikler, çevre duvarları dantel gibi sarmaktadır. Bu yıldızlararası heykelin birinci dereceden sorumlusu olan yıldızı, gezegenimsi bulutsunun merkezinde bulabilirsiniz. Birkaç milyon yıl sonra IC 4406'nın içerisinde görülebilir olan kalan tek şey, solmakta olan beyaz cüce bir yıldız olacaktır.


IC 4406 : Dört Köşeli Görünüme Sahip Bir Bulutsu
         C. R. O'Dell (Vanderbilt Üniversitesi) ve diğerleri, Hubble Miras Takımı, Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA), Bulutsu (GGG)
Devamı...>>

Venüs' ün Yüzeyi ve Kraterleri

Venüs'te, muhtemelen sınırlı bir bilginin ötesinde, levha tektoniği konusunda bir kanıt yoktur. Gezegenin, en azından yakın geçmişinde, geniş bazaltik lav ovalarının püskürmesiyle ve daha sonra da bunların üzerinde yanardağların oluşmasıyla, ısı transferi gerçekleşmiş görünüyor.

 Magellan aracının yaptığı araştırmanın en çarpıcı bulgularından birisi, gezegende çarpma kraterlerinin az olmasıdır. Çapı bir kilometreye kadar olan ve gezegene çarpması halinde, 15 kilometre genişliğinde kraterler açabilecek meteoridler, Venüs'ün atmosferini delip geçememektedir. Ama işin ilginç yanı, daha büyük çaplı kraterlerin de son derece az olmasıdır. İç Güneş Sistemindeki asteroid ve kuyruklu yıldızların gözlenen bolluğu ve Ay yüzeyindeki kraterlerin sayısı, Venüs'e çarpacak göktaşları konusunda bir fikir vermektedir. Bu ise her bir milyon yıl için 1,2 krater olarak düşünülmektedir. Magellan ise, gezegen düzeyine rasgele dağılmış, yalnızca 963 krater sayabilmiştir. Bunun anlamı ise gezegenin ilk 3,7 milyar yıllık tarihine ait kraterlerin, bir biçimde örtülmüş olmasıdır. http://www.yaklasansaat.com/gezegenler/venus/venus.asp

Krater azlığı, Dünya için de geçerli bir olgudur. Kendi gezegenimizde, eski kraterler rüzgâr ve su tarafından aşındırılmaktadır. Venüs'ün yüzeyi, suyu bulunduracak sıcaklığın kat kat üzerindedir. Gezegenin yüzeyindeki rüzgâr hızı da oldukça düşüktür. Erozyon da olmadığından, kraterleri aşındıracak ve sonunda tümüyle silecek süreçlerden, sadece volkanik ve tektonik etkinlikler kalmaktadır. Venüs'teki kraterlerin büyük çoğunluğu, taze görünmektedir. Venüs'te daha çok keskin olmayan, inişli çıkışlı yüzeyler ve aynı zamanda çeşitli geniş çukurlar vardır.

Venera 8 uzay aracı, gama ışını tayfıyla, Venüs kayalarında doğal radyoaktivite ölçümü yaptı. Ve uranyum, toryum ve potasyum oranının, Dünya kabuğundaki volkanik kayalardakiyle aynı oranda olduğu görüldü. Vega 2 den atılan modül Aphrodite bölgesinde, Dünya'da ender bulunan kaya parçaları bulmuştur. Bu tür parçalar, Ay ve Mars'ın daha yaşlı bölgelerinde bulunmaktadır. Bunların yaşları, 3,8 ile 4,6 milyar yıl arasında belirlenmiştir.

Venüs'ün yavaş dönmesinden dolayı,  Güneş rüzgârlarını engelleyen, güçlü bir manyetik alanı, muhtemelen yoktur.

Venüs' ün Yüzeyi ve Kraterleri
                                                                   1991 - NASA/JPL
Devamı...>>

Arp 271'in Çarpışan Sarmal Gökadaları

NGC 5426 ve NGC 5427 sarmal gökadaları birbirlerinin yanından çok tehlikeli bir yakınlıkta geçiyor; ancak büyük bir olasılıkla ikisi de bu çarpışmayı parçalanmadan atlatacak. Gökadalar çarpıştığında, sıklıkla büyük olan gökada daha küçük olanı yutar. Bu örnekte ise, her biri yayılmış uzun kollara ve küçük bir çekirdeğe sahip olan bu iki sarmal gökada, oldukça benzer büyüklüklere sahip..

Gökadalar önümüzdeki birkaç on milyar yıl içerisinde ilerlerken, kütleçekim dalgaları nedeniyle bir araya toplanacak gaz içerisinde yeni yıldızlar doğacak olsa da, mevcut yıldızlar muhtemelen çarpışmayacak. Şili'de bulunan 8 metrelik İkizler (Gemini)-Güney Teleskobu ile çekilen görüntü yakından incelendiğinde, bu iki devi birbirine bağlayan geçici bir malzeme köprüsü ortaya çıkıyor.

İkisi birlikte Arp 271 olarak bilinen etkileşim içerisindeki bu gökada çifti, yaklaşık 130.000 ışıkyıllık bir alanı kaplamakta olup, Başak Takımyıldızı yönünde yaklaşık 90 milyon ışıkyılı uzaklıkta yer almaktadır.

 

Arp 271'in Çarpışan Sarmal Gökadaları
                   İkizler Gözlemevi, İkizler Çoklu Tayfçekerleri-Güney, ABD Ulusal Bilim Vakfı (NSF)


Devamı...>>

Üçlü Gökada Sistemi: Arp 274

Gördüğünüz Arp 274, (ayrıca NGC 5679 Grubu olarak da bilinir) Başak takımyıldızı yönünde yaklaşık olarak 400 milyon ışık yılı uzaklıkta bulunan ve NGC 5679A, NGC 5679B ve NGC 5679C'den oluşan üçlü bir gökada sistemi.

Merkezi şişkinlikler sarımsı yaşlı yıldızlara ev sahipliği yapar. Adeta birer yıldız üretim fabrikası olan Sağdaki ve soldaki gökadalarda bulunan parlak mavi bölgelerdeki genç mavi yıldızlar ve pembemsi bulutsular sarmal kollardan dışarıya doğru uzanmaktadır. Yıldızlararası toz, parlak arka plana karşı bir siluet gibi görünür. Sağ taraftaki gökadanın hemen üzerindeki iki parlak yıldız, aslında bizim gökadamız içerisindedir.

Üç bileşenli bu sistemin kırmızıya kayma ölçümleri (soldan sağa): 7483 km/sn, 8654 km/sn ve 7618 km/sn'dir. Geleneksel yorumlamaya göre bu üç gökada da benzer bir mesafededir...


 
Hubble Uzay Teleskobu ' nun gözünden Arp 274..


Devamı...>>

Buzların Altında Okyanus Var mı?

Prof. Dr. Ethem Derman' ın kaleminden...

Bu kuramı destekleyen en büyük kanıt gökcisimlerinin içinde oluşumlarından kalan bir sıcaklığın olması. Bezer ikinci kanıt ise tedirginlik etkisi ile uyduların iç ısılarının artması. Çok tipik iki örnek de Jüpiter'in ısıttığı Europa ve Satürn'ün enerji aktardığı Enceladus. Özellikle sonuncu uydunun güney kutbundan fışkıran suyun hemen donarak buz yağmuru oluşturması, ileri sürülen buzların altında okyanus olması kavramını güçlendirmektedir. Jüpiter'in daha dışta bulunan Galileo uyduları Callisto ve Ganymed'de de yine kalın buz katmanının altında okyanuslar olduğu ileri sürülmektedir.

Buradaki fotoğraf ise aynı kavramın Pluto'nun uydusu Charon'a uygulanmış şekli. Charon'un okyanuslarından Pluto'nun görünüşünü bir ressam çizimi ile görmektesiniz. Bu uydu şimdi Pluto ile senkronize olmuş durumda yani bizim ayımız gibi hep aynı yüzünü Pluto'ya göstermektedir. Fakat bu evreden önce sözkonusu tedirginlik kuvvetleri etkiliydi ve Charon'un yüzeyinde ki buzları çatlatmış olabilir düşüncesi Amerikalıları çok sevindiriyor. Bu çatlaklar o kadar derin olabilir ki altındaki okyanusları görme zamanımız geldi diyorlar.

Pluto'nun gezegenlikten atıldığı 2006 yılında "Yeni Ufuklar" adlı uzay aracını NASA fırlattı ve 2015 yılının Temmuz ayında hedefine ulaşacak olan bu uzay aracının göndereceği bilgiler tüm ABD vatandaşları tarafından merakla beklenmektedir. ABD'nin tek bulduğu gezegen Pluto'nun ikinci lige düşürülmesini bir türlü hazmedemiyenlere bilim insanları da duymak istediklerini vermekte gecikmiyorlar. Yüzey sıcaklığı -229 C olan buzlar dünyasından bakalım ne haberler gelecek. Benim ilk beklentim onun da bir halkası olduğu şeklinde.
Sevgilerimle...

Buzların Altında Okyanus Var mı?

Devamı...>>

NGC 2683 : Yandan Görülen Sarmal Gökada

Sarmal gökada NGC 2683'ün merkezinde bir uçtan diğerine uzanan bir çubuk mevcut mu acaba?

Bir çubuğa sahip olan Samanyolu Gökadamıza bu kadar benziyor olunca, insan öyle olduğunu düşünüyor. Gelgelelim, böyle neredeyse tam yandan görünür olunca söylemesi zor.  http://www.bulutsu.org/ggg/ggghakkinda.php

 Öyle yada böyle, kayıtlara NGC 2683 olarak geçen bu muhteşem evren adası kuzey yarımküre takımyıldızlarından Vaşak (Lynx) içerisinde ve bizden yalnızca 20 milyon ışıkyılı uzaklıkta yer almaktadır. Yer temelli Subaru ve uzay temelli Hubble teleskoplarından alınan veri ve görüntülerin birleştirilmesi ile elde edilen bu uzay manzarasında NGC 2683 neredeyse tam yandan görülürken, arka planda da daha uzak gökadalar etrafa yayılmış olarak görünüyor. Kayda değer ölçüde parlak olan gökada çekirdeği, sarımsı ışık saçan çok miktarda yaşlı yıldızdan gelen ışığın karışımından oluşuyor. Yıldızlardan gelen bu ışık aynı zamanda gökadanın yıldız oluşum bölgeleri içerisinde ortaya çıkmış genç yıldız kümelerini ele veren, mavi ışıltılarla bezeli kavisli sarmal kollar boyunca uzanan toz şeritlerini de karaltı haline getirmekte.





NGC 2683 : Yandan Görülen Sarmal Gökada
                                    Subaru Teleskobu , Hubble Uzay Teleskobu, Robert Gendler
Devamı...>>

Uçan Daire' ye benzeyen Uydular: Pan ve Atlas


Satürn'ün uçan daireleri andıran uyduları Pan ve Atlas, görünüşleriyle dikkat çekiyor. Peki Neden Uçan Daire' ye benziyorlar?

Uzmanlar, Satürn gezegeninin 14 küçük uydusunun çok düşük yoğunluğa sahip olduğunu ve bu şekillerin uyduların kendi halkalarından üzerinden büyümeleriyle ortaya çıktığını keşfetti.
Küçük moleküllerin halkalar içinde birlikte kaynaşmaları çekimsel anlamda mümkün olmadığından, bir sıçrama noktasına ihtiyaç duyuyorlar. Bu nedenle sahip oldukları halkalar üzerinden büyümeye devam ederek bu görünüme ulaşıyorlar.

Bu süreçle, bir uydu nispeten Satürn'e yakın olsa bile büyüyor. Sonuçta bir halka bölgesi uydusu, buz halindeki çekirdeğinin yoğunluğunun üçte ikisi büyüklüğüne ulaşıyor. Çekirdek, gözenekli, buz halka materyallerinden oluşan kalın bir kabukla kaplanıyor ve ortaya bu  "uçan daire" benzeri görünüm çıkıyor.

Uçan Daire' ye benzeyen Uydular: Pan ve Atlas
                                  İki uydudan bir tanesinin bir ressam tarafından tasvir edilişi.
                                                            

Devamı...>>

Mars'ın uydusu Phobos'ta beysbol oynasak ne olurdu ?

Mars'ın iki uydusundan biri olan Phobos dikkat çekici bir uydudur. Küçük olduğu için çekimsel ivmesi çok azdır. Yerçekimi kuvvetli değildir (Dünya'nınkinin binde biri kadar).Dünya yüzeyinde bir metre sıçramak için harcadığımız çaba, Phobos'ta bir kilometre sıçramamızı sağlar. Zıplaya zıplaya Phobos'u turlamak hiç de zor değildir. :)

Phobos'ta beysbol oynamak çok ilginç olurdu. Çünkü Phobos'un yörüngesine bir cisim sokabilmek için gereken fırlatma hızı sadece saatte otuz kilometre kadardır. Amatör bir beysbolcu topu rahatlıkla Phobos'un yörüngesine sokabilir. Phobos'tan kaçış hızı ise sadece kırk beş kilometre kadardır,bu hıza da profesyonel bir beysbolcu kolayca ulaşır. Phobos'tan kaçan bir beysbol topu Mars'ın çevresinde yörüngeye girer. Phobos tam bir küre olsaydı burada yaşayan yalnız bir astronot beysbol benzeri ilginç bir oyun oynayabilirdi. Topu otuz-kırk beş kilometre hızla ufka doğru fırlattıktan sonra öğlen yemeğini yemek için evine gidebilirdi,çünkü topun Phobos'u dönüp gelmesi iki saati alacaktı.Yemekten sonra sopasını eline alıp topu attığının tersi yöne yüzünü çevirerek beklemeye başlardı. İki saat önce attığı topa bu kez sopa ile vurması çok kolay olurdu: Topun ufukta gözükmesi ile beysbolcunun vuruş alanına girmesi arasında on beş saniye geçecektir. Her hangi bir nedenle ıskalarsa,iki saat uyuduktan sonra gelip bu kez bir yakalayıcı eldiveniyle topu tutmayı deneyebilirdi. Ancak Phobos girintili çıkıntılı olduğundan oyun anlatttığım kadar kolay oynanamazdı.Ayrıca Phobos'da gündüz dört saat sürer, bu nedenle ya aydınlatma gereklidir ya da oyun,bütün fırlatma, vurma ve yakalama işleri hep gündüz yüzünde geçecek biçimde oynanmalıdır.


Carl Sagan- Kozmik Bağlantı

Mars'ın uydusu Phobos'ta beysbol oynasak ne olurdu ?
                               
                                                  NASA/JPL/Arizona Üniversitesi
Devamı...>>

Gezegenimsi Bulutsu Abell 7



 Gezegenimiz göklerinde Avcı'nın hemen güneyinde, Tavşan Takımyıldızı içerisinde yer alan ve çok soluk bir gezegenimsi bulutsu olan Abell 7 bizden yaklaşık 1800 ışıkyılı uzaklıkta yer alır. Çevresi Samanyolu yıldızları ve aynı doğrultuda yer alan uzak gökadalarla çevrili bulunan ve yaklaşık 8 ışıkyıllık bir çapa sahip olan bu gezegenimsi bulutsunun kabaca küre şeklindeki biçimi, teleskopla çekilen bu görüntüde ana hatlarıyla gözler önüne serilmiş durumda..
 
 Bulutsunun içerisindeki güzel ve karmaşık detaylar dar bant süzgeçler kullanılarak daha belirgin hale getirilmiş. Hidrojen ve azot atomlarından salınan ışığın kırmızımsı tonlarda, oksijen salımlarının ise mavimsi yeşil tonlarda haritalanması, normalde gözümüzle tam olarak algılayamayacağımız bu gezegenimsi bulutsuya biraz daha doğal bir hava katmış. Bildiğiniz gibi, gezegenimsi bulutsular bir yıldızın evrim süreci içerisinde çok kısa bir ömre sahip olan nihai aşamadır. Güneş benzeri yıldızlar bu aşamada dış katmanlarını fırlatıp uzaya atarlar. Bizim yıldızımız da yaklaşık beş milyar yıl içerisinde bu aşamaya ulaşacaktır. Abell 7'nin yaklaşık 20.000 yaşında olduğu tahmin ediliyor. Bulutsunun artık iyice solgunlaşmış görünen merkez yıldızı ise yaklaşık 10 milyar yaşında olan bir beyaz cücedir.
 
Gezegenimsi Bulutsu Abell 7
                                                   Görüntü Katkısı : Don Goldman








Devamı...>>

Anten Gökadaları Çarpışıyor..!

Karga Takımyıldızı'nda iki gökada kavgaya tutuşmuşlar...

 İki gökada çarpıştığında, onları meydana getiren yıldızlar genellikle çarpışmazlar. Bunun nedeni, gökadaların çoğunlukla boş alanlardan meydana gelmeleridir. Ayrıca, ne kadar parlak olursa olsun yıldızlar bu boşluğun yalnızca küçük bir kısmını kaplarlar. Yüz milyonlarca yıl süren yavaş çarpışma sırasında, yine de gökadalardan biri diğerini çekim kuvvetiyle parçalayabilir ve her iki gökadada bol miktarda bulunan gaz ve toz da gerçekten çarpışır. Devlerin bu çarpışmasında, kocaman molekül bulutlarına işaret eden koyu renkli toz sütunları, gökadaların dövüşü sırasında sıkışarak, bazıları dev yıldız kümeleri halinde kütleçekimsel olarak birbirine bağlı milyonlarca yıldızın hızlı doğumuna neden olmaktadır.



                                      Hubble Miras Arşivi, NASA, ESA, Davide Coverta
Devamı...>>

Venüs'teki Sera Etkisi

Venüs'ün Güneş Sistemi'ndeki en sıcak gezegen olduğunu bilmek size şaşırtıcı gelebilir. 460 derece (735 Kelvin) gibi global bir sıcaklıkla, Venüs'ün yüzeyi kurşun eritmek için yeterince sıcak. Eğer bizler Venüs yüzeyinde dursaydık, atmosfer basıncının deneyimini dünyadakinden 92 kat daha fazla yaşayacaktık. Peki neden Venüs bu kadar sıcak ?

Venüs'ün alışılmadık yapısı ve yaşama düşman koşulları, atmosferinin yapısıyla da yakından ilgili görünmektedir. Su buharı, çok küçük ölçeklerde bulunsa da, Karbondioksitin zapt edemediği dalga boylarında, morötesi ışınımı soğurmaktadır. Kükürtdioksit (SO2) ve öteki kükürt gazlarıysa, aynı ışınımın daha başka dalga boylarını yakalamaktadır. Tüm bu sera gazlarının, bir arada etkileleri, Venüs atmosferini, Güneş ışınlarına geçirgen, ama geri dönen ısı ışınımına kapalı hale getirmektedirler.
Sonuçta yüzey sıcaklığı, atmosfer olmaksızın alacağı değerin, üç katına yükselmektedir. Gerçekte sera etkisinin, yüzey sıcaklığında yol açtığı artış, yalnızca % 15 dolayında olmalıdır. Şayet Yanardağ lavları, Venüs'ün yüzeyini 800 milyon yıl önce yeniden kapladılarsa, kısa bir süre içinde atmosfere çok yoğun ölçeklerde sera gazları atmış olmaları gerekir. Bu yoğun volkanik dönemde, gezegen yüzeyi, 1-10 kilometre yüksekliğinde bir lav tabakası ile örtülmüş olmalıdır.

Bu durumda, atmosferdeki Karbondioksit miktarında fazla bir oynama gerçekleşmiş olamaz. Çünkü zaten bu gaz, atmosfer de çok yoğun miktarlarda bulunmaktaydı. Ancak atmosferdeki su buharı 10; Kükürtdioksit de 100 kat artmış olmalıdır. Su buharı ve Kükürt, büyük miktarlara erişince, sera etkisini güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda bulutları da kalınlaştırmaktadır. Bulutlar ise Güneş ışınlarını, uzaya geri yansıtıp gezegenin soğumasını sağlamaktadırlar. İşte bu zıt etkileşimlerden dolayı, su buharı ve Kükürtdioksitin iklim üzerindeki net etkisini saptamak güçtür. Isınma ve soğuma arasındaki savaşı önce bulutlar kazanmış ve Venüs'ün yüzey sıcaklığı,
100°C kadar düşmüştür. Ama daha sonra bulutlar yavaş yavaş yok olmuştur.

Katkı Sağlayanlar: Taner Göçer - Yaklaşan Saat Blog


Venüs'teki Sera Etkisi
                                                         Görüntü Kredi: Mattias Malmer

Devamı...>>

Tuhaf Gökada: Hoag Nesnesi

İçinde milyonlarca yıldızı barındıran tuhaf bir sistem..

Art Hoag 1950 yılında şans eseri bu nesneye rastladı ve onun zarif yapısını gören ilk kişi oldu. Tuhaf yapısıyla Hoag Nesnesi halkalı bir gökadadır ve galaksimiz Samanyolu' ndan biraz daha büyüktür. Kendisini keşfeden gökbilimci Hoag' ın adını almıştır. 600 milyon ışık yılı uzaklıkta Yılan Takımyıldızında yatan nesne, bize Güneş Sistemi' mizin incisi Satürn'ü anımsatıyor. Benzersiz yapısı birçok gökbilimciyi etkilemiştir.

Halka kısmında genç,mavi,sıcak,parlak mavi yıldızlar daha yoğun iken, merkeze yakın bir konumda daha yaşlı ve daha kırmızı yıldızlardan oluşan yaşlı sarı bir çekirdek mevcut. İkisinin arasında ise karanlık görünen bir boşluk var (Boşluktan, şans eseri daha uzakta olan bir gökada görülebiliyor.)

Hoag Nesnesi' nin nasıl oluştuğu henüz bilinmiyor. Ancak bu nesneye benzer başka cisimlerde tespit edilmiştir (Örnek olarak Araba Tekeri Gökadası). Bu nesnelerin tamamı "Halkalı Gökadalar" sınıfında toplanmaktadır.

Peki nasıl oluşmuş olabilir? Yapılan gözlemlerde nesnenin son 1 milyar yıl içerisinde hiçbir gökada ile etkileşime geçmediği görülmüştür. Gökada milyarlarca yıl önce olan bir gökada çarpışmasından arta kalmış olabilir ya da şimdiye kadar çoktan yok olmuş gitmiş merkezi bir çubuğun kütleçekimsel etkisi olabilir.

Taner Göçer


Tuhaf Gökada: Hoag Nesnesi
    R. Lucas (Uzay Teleskobu Bilim Enstitüsü [STScI] / Gökbilim Araştırmaları İçin Üniversiteler Birliği [AURA]), Hubble Miras Ekibi, NASA
Devamı...>>

M101: Fırıldak Galaksi

Fırıldak Gökadası (ayrıca Messier 101 veya NGC 5457 olarak da bilinir) 27 milyon ışık yılı uzaklıkta Büyük Ayı yönünde bulunan ve tam karşıdan görülen sarmal galaksidir.

Pierre Méchain tarafından 27 Mart 1781 tarihinde keşfedilmiş ve Charles Messier, konumunu doğrulayarak kataloğuna eklemiştir.

24 Ağustos 2011 tarihinde galakside SN2011fe adında bir süpornava gözlemlenmiştir.


Galaksimizle hemen hemen aynı boyutlarda olan galaksi 170.000 ışık yılı çapındadır.
Galakside devasa ve son derece büyük olan HII bölgeleri mevcuttur.

M101'e eşlik eden 5 gökada vardır. NGC 5204, NGC 5474, NGC 5477, NGC 5585, ve Holmberg IV. 


                              Adam Block, Lemmon Dağı Gökyüzü Merkezi, Arizona Üniversitesi
Devamı...>>
HD 98800'ün Dört Güneş'i

Gökyüzünde dört Güneş'e birden sahip olmak nasıl bir şey olurdu?

HD 98800 sistemindeki gezegenler, eğer mevcut iseler, böyle bir manzaraya sahip olacaklardır. HD 98800, Samanyolu Gökadası'nın bizimle aynı bölgesinde ve bizden yalnızca 150 ışıkyılı ötede yer alan, çoklu bir yıldız sistemidir. Yıllardır HD 98800 sisteminin bir çifti toz diski ile çevrelenmiş olmak üzere, iki tane çift yıldıza sahip olduğu biliniyordu. Yıldız çiftleri birbirlerinden yaklaşık 50 GB (gök birimi) uzaklıkta yer alıyorlar ki; mukayese edebilmek için Plüton'un yörüngesinin hemen dışında denilebilir .http://www.bulutsu.org/


 Aşağıda bir sanatçının, yakınlardaki bir gözlemci için HD 98800'ün nasıl görünüyor olabileceğini betimleyen çizimi görülüyor.


                                        NASA, JPL-Caltech / T. Pyle (Spitzer Bilim Merkezi
Devamı...>>

Kozmik Yıldönümümüz: Büyük Patlama'nın yankısı 50 yıl önce bugün keşfedildi!!

Karl Jansley gök cisimlerinin ışık dalgalarını yaydıklarını, ayrıca radyo dalgalarının da yayabildiklerini ortaya çıkarmıştır. Buluş bir çığır açmıştır ki, insanlık yeni bir uzay keşif çağına yönelmiştir. Radyo Astronomi Çağı. Bu buluştan sonra artık insanlık Uzay'ı dinleyerek de öğrenmiştir.

Günümüzden tam 50 yıl önce bugün, yani 20 Mayıs 1964 tarihinde iki bilim adamı Samanyolu' nu incelemek için yine aynı hassasiyetle çalışıyordu. Arno Penzias ve Robert Wilson...

Ses kanallarında bir sorun olduklarını sezdiler. Gizemli bir ses sürekli onların dikkatini dağıtıyor ve araştırmalarını bozuyordu. Bu olayı teknolojinin bir kusuru olarak düşündüler. İlk iş olarak antenlerinin içindeki güvercin dışkılarını temizlediler. Ancak sesin yine de kaybolmadığını gördüler.

İki bilim adamının aslında duydukları ses, evrenin doğumundan kalan kozmik radyasyondu. Bu ses kayda değer en eski sestir ve bu olay evrenin belirli bir anda doğduğuna dair ilk deneysel kanıttır.


Kozmik Yıldönümümüz: Büyük Patlama'nın yankısı 50 yıl önce bugün keşfedildi!!
                                                         Arno Penzias ve Robert Wilson...
Devamı...>>

Gizemli Bir Dünya: Triton

1846 yılının Ekim ayında William Lassel yeni keşfedilen bir gezegen olan Neptün'ü gözlemliyordu. Neptün'ün halkası olduğu konusunda çalışmalar yaparken daha ilgi çekici olan bir şey keşfetti. Neptün'ün bir uydusu vardı. Çalışmalara önemini arttırıp, hata olabilecek herşeyi gözden geçirmesine rağmen uydunun yeri bozulmadı. Böylece Lassel, yıllarca bitmeyecek paradoksların başlangıcı oldu.

Triton uydusu Neptün'ün bilinen uydularının en büyüğüdür. Onun bizden çok uzaklarda olması Triton hakkında bilinmeyenleri hem merak ettiriyor hem de onu çözmemiz yolunda büyük çabalar sarf etmemize neden oluyor.

Güneş Sistemi' ndeki tüm diğer uydulardan farklı olan bu garip dünya için "gizemli" kelimesini kullanmak elimizde değil. Birçok bilinmeyeniyle birlikte kendini adeta saklayıp, bürümüş durumda.

Uranüs'ün üç dış uydusu ve Jüpiter- Satürn gezegenlerinin dış uydularının büyük bir kısmıda Triton uydusu gibi ters bir yörüngeye sahiptir. Ancak dıştaki uydular çok küçüktür ( En büyüğü Phoebe). Bu uydu bile Triton'un çapının sadece %8' ini oluşturuyor. Bilim adamları ters yörüngesi olan uyduların, başka yerlerden gelen ve gezegenlerin çekim gücüne kapılmasıyla veya çarpışma yoluyla bu yörüngeye sahip olduklarını düşünüyor. Peki nasıl oluştular? Triton uydusu kadar gezegeni Neptün'de sırlarla dolu bir dünyadır. Gezegenleri oluşturan gaz-toz bulutlarının Güneş Sistemi'nin dışındaki Uranüs ve Neptün gezegenlerini nasıl oluşturduğu halen bilinemiyor. Ancak önceki yıllarda yapılan çalışmalarda iki gezegenin daha iç kısımlarda oluşup bulundukları konuma ötelendiklerini içeren bir kuram mevcut. Bu kurama göre de Triton, Neptün gezegeninin çekimine kapılmış onun uydu haline gelmiş olabilir. Kuramı destekleyen ise az önce bahsettiğim Triton'un yörüngesi. Bir diğer kuramsa Neptün'ün Triton'un bir benzerini yutmuş olması. Yörüngesinin neden retrograt olduğu ve nasıl oluştuğu uzun yıllar tartışılmaya devam edecek gibi..

2706 km' lik çapında buzlarla kaplı bir yüzey var. Bununla ilgili görüntüleri Triton'un yanından geçen tek uzay aracı olan Voyager 2' den alıyoruz. Görüntüler incelendiğinde çarpma kraterlerinin sayısının düşük olduğu görülmüştür. Bu ayrıca geçmişinde yaşadığı tektonik aktivitelerin bir göstergesidir. Yüzeyindeki geniş göl alanlarını andıran yapılar geçmişinde buz volkanizmasının aktif olduğuna işaret etmektedir. Benzer yapılar Europa ve Ganymede uydusunda görülmesine rağmen buruşuk yapısı sadece Triton' a özgüdür. ( Bir kavunun dış yüzeyi gibi..)

Jüpiter' in uydusu Io'dan sonra jeolojik açıdan en aktif uydudur diyebiliriz. Altta su, üstte nitrojen buzuyla kaplı buz tabakasının altında sıvı azottan oluşabilecek bir deniz olduğu düşünülüyor. Sıvı azot mevsimsel döngüler ya da buz hareketlerine bağlı olarak yüzeye fışkırabiliyor. Voyager 2' yle izlenen volkanik şemsiye yapıları, Triton' un iç bölgelerinin halen sıcak olduğunu gösteren bir kanıttır. Ayrıca izlenen volkanik etkinliklerin, yerden fışkıran azot çıkışları ile aynı mekanizmaya sahip olduğu görülmüştür. Bu arada Voyager 2' nin geçişleri Lassel'in kanıtlamaya çalıştığı Neptün'ün görünmez halkalarını doğrulamıştır.

Triton -240 küsür derecesiyle Güneş Sistemi'nin en soğuk cismi olmaya adaydır. Voyager'in çalışmalarından önce uydunun bulutlarla kaplı olacağı öngörülmüş, ancak bu Voyager' la yalanlanmıştır. Günümüzde Triton'un son derece düşük yoğunlukta ve temel olarak azottan oluşan ince bir atmosferi olduğunu biliyoruz. Atmosfer yüzeye çok düşük bir basınç uygulamasına rağmen Triton'un yüzey detayları dinamiktir ve gayzerlerden çıkan koyu renkli maddeleri 150 km uzağa sürükleyebilmektedir.

Peki Triton' un sonu ne olacak? Spiral yörüngesi, retrograt hareketten dolayı içe doğrudur. Bu nedenle Neptün' e yaklaşma oranı 100 milyon yıl sonra "Roche limiti" denen yeri geçecek ve parçalanacaktır.

Yıllar sonra yapılacak misyonlar bize Triton uydusunun sırlarını çözmek için fırsat verecektir. Belkide sadece uzay araçlarıyla değil, insanlı misyonlarla bilinmeyenler gün yüzüne çıkarılacaktır. Kim bilir?


Gizemli Bir Dünya: Triton
                                                              Triton - Voyager 2
                                              

Devamı...>>

Satürn'ün Uydusu Mimas'taki Herschel Krateri

 Mimas üzerindeki bu devasa krater neden tuhaf bir renge sahip acaba? Satürn'ün küçük yuvarlak uydularından biri olan Mimas, tüm güneş sistemi içerisindeki en büyük çarpışma kraterlerinden biri olan Herschel Krateri ile gösteriş yapmaktadır.  Karşıtlığı artırılmış yapay renklerle sunulan bu görüntü Mimas'ın daha önce çekilen görüntülerinden alınan renk bilgilerini de içermekte olup, bir araya getirildiklerinde Herschel bölgesindeki rengin yakınlarda bulunan aşırı kraterli bölgeye kıyasla biraz farklı olduğunu açık bir biçimde gözler önüne sermektedir. Ortadaki bu renk farkı, Mimas'ın şiddet içeren tarihinde yüzey bileşenlerine yönelik ipuçları sağlayabilir. Mimas üzerinde 130 kilometrelik Herchel'i yaratandan daha büyük bir çarpışma olsa, büyük bir ihtimalle uyduyu tamamen yok ederdi.


Satürn'ün Uydusu Mimas'taki Herschel Krateri
                                     Cassini Görüntüleme Takımı, ISS, JPL, ESA, NASA
Devamı...>>

Io Uydusunun Yüzeyi

20. yüzyılın ortalarında İo'nun kutup bölgelerinin kırmızı renkte olduğunu ortaya koyan gözlemler yapılmıştır. Uzay sondası Pioneer 11 1970'lerdeki geçişi sırasında kutup bölgesinin, ekvator bölgesinin beyazımsı renginin aksine turuncu renkte olduğunu ortaya koymuştur. Ancak Pioneer'in bulguları bundan öteye gidememiştir.

Uzay sondası Voyager 1, 1979'da İo'nun yakınlarından ilk resimlerini gönderdiğinde, bilimadamları İo'nun yüzeyinde neredeyse hiç karater bulunmadığını gördüler. Voyager seyir mühendisi Linda Morabito, resimler üzerinde çalışırken yüzeyden püsküren bir "sorguç" farketti. Bilimadamları olası bütün kraterleri örten yoğun volkanik aktivitenin sebep olduğu oldukça genç bir yüzey buldular. Yüzeyde dokuz aktif volkan gözlemlemeyi başaran Voyager 1'in ardından Voyager 2, bunların sekizini gözlemledi. 

http://en.wikipedia.org/wiki/Io_%28moon%29

Galileo uzayaracı, 1995'te Jüpiter'e ulaştı ve 1999'un sonlarında İo'nun yanından geçti. Galileo, İo'ya diğer bütün sondalardan daha fazla yaklaştı, birçok fotoğraf çekti, püsküren volkanlar gözlemledi ve İo'nun Güneş Sistemi'ndeki kayaç iç gezegenler gibi büyük bir demir çekirdeği olduğunu keşfetti.


                                     Io uydusunun Galileo uzay aracından alınmış görüntüsü.. NASA



Devamı...>>

TrES- 2b: Karanlık Gezegen


Öyle bir gezegen düşünün ki aldığı ışığın %1' ini yansıtsın. Ejderha Takımyıldızında bizden 750 ışık yılı uzaklıkta yatan gezegen TrES- 2b kömürden daha siyah. Bu gezegeni çıplak gözle görebilseydik kara bir deve bakıyor olacaktık.

Gezegen karanlık ancak zifiri karanlıkta değil. Çok yüksek derecedeki sıcaklığı sayesinde kor parçasına benzeyen kırmızı ışıklar saçıyor.

Neden bu kadar koyu bir renge sahip acaba? Şu an bu soru yanıtlanamamış olsada TrES- 2b hakkında bilinenler az değil. Jüpiter büyüklüğündeki gezegen GSC 03549 - 02811 adındaki yıldızına sadece beş milyon km uzaklıkta bulunuyor. ( Dünya ile Güneş arasındaki uzaklık 150 milyon km.) Ayrıca gezegen Mars ve Dünya gibi taşlardan değil, gazlardan oluşuyor.

Atmosferinde yüzey sıcaklığı nedeniyle bulut oluşumunun pek de mümkün olmadığı görülüyor. Yıldızının yoğun ışığı gezegenin atmosfer sıcaklığını 1000 dereceden fazla sıcaklığa yükseltiyor. Atmosferinin titan oksit, potasyum ve sodyum gibi kimyasallardan oluştuğu düşünülen gezegenin neden bu kadar karanlık olduğu bunlara rağmen bilinemiyor..

Kepler Uzay Teleskobu'nun gözlemleriyle 2006 yılında keşfedilen gezegen, yıldızına kilitli kalmış. Bu nedenle bir yüzü sürekli yıldız ışığı altındadır.

Yazan: Taner Göçer


 TrES- 2b'nin temsili resmi

Devamı...>>

Gaia'yı Tanıyalım



Prof. Dr. Ethem Derman hocamın yine akıcı bir dille aktardığı başka bir yazı: ESA'nın Gaia uydusu hakkında.

Uzaya tahmin edemeyeceğiniz sayıda yüzlerce askeri veya bilimsel uydu atılıyor. Bunların hepsini tanıyalım dersek evin yolunu bulamayız ve siz de sıkılırsınız. İşte GAIA böyle bir araç değil, gökbilime büyük yararları olacak bir uzay teleskobu. Nasıl Kepler uydusunu son 4-5 yılda çok dile getirdiysek GAIA da öyle bir uzay teleskobu. Araştırdım ama bulamadım, neredeyse son 7-8 yıldır atılması beklenen bu teleskop sürekli olarak teknolojinin gelişmesi sonucu üzerindeki tüm aletler 2-3 kez değiştirildi ve nihayet 19 Aralık 2013 tarihinde uzaya gönderildi.



Aşağıda uzun uzun anlatacağım bu uzay teleskobunu sıkılırsanız burada bırakabilirsiniz. GAIA adı nereden geliyor derseniz her zamanki gibi ingilizce bir kısaltma. Global Astrometric Interferometer for Astrophysics sözcüklerinin baş herflerinden kaynaklanıyor. Ama böyle önemli bir bilimsel deneye isim verirken bunun bir de mitolojik öyküsü vardır. Eski Yunan mitolojisinde evrenin oluşumu sırasındaki kaos zamanında ortaya çıkmış dünyanın ana tanrıçasıdır.

Gökyüzünde gördüğümüz tüm cisimlerin koordinatlarını hesap etmek kolaydır çünkü gök küre üzerinde izdüşümleri bize enlem ve boylam gibi iki sayı ile saptayabiliriz. Bu iki boyutlu katolglamanın zayıf yönü uzaklıklarının bilinmemesidir. Eğer uzaklığı da bilirsek yıldızların üç boyutlu haritasını çıkarabiliriz. Dünya Güneşin çevresinde dolanırken yaklaşık altı aylık aralarla yapılan gözlemler onun koordinatlarını değiştiğini gösterir. İşte bu değişimden hareketle yıldızların uzaklığını ölçeriz, elde dilen ölçüme paralaks denir.



Paralaks ölçümü astrofizikte çok önemlidir. Örneğin renk- salt parlaklık dağılımında (H-R diagram) yıldızın yerini bulursak kütlesini bulabiliriz. Burada salt parlaklık ise yıldızın görünen parlaklığı ve uzaklığına bağlıdır. Dolayısıyla çift yıldızlar hariç, uzaklığını bilemezsek yıldızın kütlesini bulamayız. Yıldızların diğer parametreleri de (yarıçapları, metal miktarı, yüzey çekim ivmesi) uzaklığın bir fonksiyonudur. O nedenle gökadamızdaki yıldızları anlayabilmemiz için onların uzaklığını bilmemiz gerekir. Yıldızların gökyüzündeki konumlarını ve uzaklıklarını çalışan bilim dalına ASTROMETRİ olarak bilinir.



1990’ların ilk yıllarında Avrupa Uzay Ajansı (ESA) astrometrinin babası sayılan Hipparcos adını verdiği uzay teleskobunu yörüngeye yerleştirdi. Hipparcos tam 100 000 yıldızın paralaksını ölçtü. Bu ölçümler bizden 300 ışık yılı (IY) uzaklıktaki tüm yıldızların ve 3000 IY içindeki parlak yıldızların uzaklığını ölçmemizi sağladı. Gökadamızda 300 milyar yıldız olduğunu düşünürsek 100 000 yıldızın pek bir şey ifade etmeyeceğini anlarız. Buna karşın Hipparcos verileri gökbilimciler tarafından 1600 kez kullanıldı, bilim dünyasında bu rakam önemlidir.



Bu 20 yıl önceki teknoloji ile ulaşılan sonuç bugün çok daha iyisi yapılabilirdi. İşte bu nedenle uzun zamandır üzerinde çalışılan GAIA nihayet uzaya fırlatıldı. GAIA 5 yıl boyunca 1 milyardan fazla yıldızın koordinatlarını 70 kez ölçecek. Bu ölçümler yakın yıldızların uzaklığını binde bir duyarlılıkla, 30 000 IY uzaklıktaki yıldızların ise yüzde on duyarlılıkla elde edecek. Bir anlamda gökada merkezine kadar ollan yıldızların uzaklıklarını bulmuş olacağız.

GAIA uydusunun bir başka önemi bol miktarda ötegezegen bulacak. Gökbilimcilerin bir çok yöntemi vardır ötegezegen bulmak için, örneğin Kepler gezegen yıldızının önünden geçerken gözleyip ötegezegeni saptıyordu, buna geçiş yöntemi denir. Yöntemlerden biri de astrometrik yöntemdir. Eğer bir yıldızın Jüpiter büyüklüğünde bir gezegeni varsa o yıldızın kütle merkezi çevresinde bir hareketi vardır. İşte bu hareketi sonucu uzayda konum değiştirir. GAIA çok duyarlı konum ölçeceği için o ötegezegenleri saptayacak. Bugüne kadar astrometrik yöntemle bulana ötegezegen yok, başka yöntemle bulunan 1-2 ötegezegen bu yöntem kullanılarak onaylanmıştır. GAIA’nın yaklaşık 2 500 ötegezegen bulacağı yapılan bilimsel çalışmalarda ortaya çıkmıştır.



GAIA öyle büyük bir teleskoba sahip değil. İlginç bir tasarımı olan iki teleskoptan oluşuyor. Her teleskop farklı şekil ve boyutta 10 aynadan oluşuyor ve gökyüzü ışığını odaklayarak bilimsel aletler üzerine düşürüyor. Dikdörtgen şeklindeki bu teleskopların yüzeyi sadece 0.7 m2. Teleskoplar küçük ama yer atmosferinin üstünde olacağı için duyarlı gözlem yapacak. 5 yılın saonunda gönderdiği veri miktarı 1 milyon GB veya bir başka deyişle 200 000 DVD’yi dolduracak kadar.



Uzaya yerleştirildikten 20 gün sonra son roketi ateşlenecek ve güneşin tam ters yönünde bulunan L2 noktasına yerleşecek. Daha önce bu noktaya Herschel, Planck ve WMAP gib bilimsel gözlemevleri yerleştirilmişti. Gelecekte WEBB uzay teleskobu da bu noktaya yerleştirilecek. Bu Lagrange noktasının önemi GAIA dünyanın çevresinde dönmeyecek, yer güneş çevresinde dolanırkaen güneşe göre konumunu sürekli koruyacak.



Yaklaşık 2000 yıl önce ülkemizde İznik kentinde doğan ve bir çok astronomi çalışması yapan Hipparkos, bunların yanında trigonometriyi buldu. Güneş ve Ay’ın uzaklığı üzerine de çalışan Hipparkos bunun yanında ilk astrometrik çalışmaları yaapmış ve 850 yıldız barındıran bir de katalog yayınlamıştır. Daha sonra Rodos adasında ölen tarihin bu değerli bilim insanının adı ESA tarafında dilden düşürülmüyor ama biz ne kadar tanıyoruz. Aslında ESA’yı bile tanımıyoruz ama bu da başka bir yazının konusu.

Prof. Dr. Ethem Derman

Devamı...>>