Keşfedilen İlk Çift Yıldız: Mizar ve Alcor

Prof. Ethem Derman* hocamızın kaleme aldığı yazı dizisi yayınını sürdürüyoruz. Ethem hocamız bu yazısında Büyük Ayı takımyıldızını ve bu bölgedeki Mizar-Alcor çiftinin süregelen keşif hikayesini anlatıyor. Eğlenceli ve bilgilendirici bir yazı.

Büyük Cezve'nin sapının ortasındaki yıldızın adı Mizar'dır. Eskiden yaşlılarımız bu takım yıldızı Büyük Cezve diye öğretirlerdi ama ona şimdi Büyük Ayı takımyıldızı diyoruz. Gelişmiş ülkelerde de hem büyük Ayı hem de Büyük Kepçe olarak bilinir. Işık kirliliğinin en yoğun olduğu yerlerde dahi 7 yıldızı ile göz kamaştıran bu takımyıldıza isnat edilen masal ile başlayalım yazımıza.


Büyükayı takım yıldızının şematik gösterimi. Bazı eski kitaplarda ayının kuyruğu ile başı yer değiştirir; ama son zamanlarda en çok kabul göreni bu gösterim.


Masalımız uzun, çok uzun zaman önce başladı. Öykümüzün geçtiği yerde büyük, kirli ve problemli bir ayı varmış. Bu ayı günlerini bir köyden diğerine giderek geçirirmiş. Gittiği yerlerdeki her şeyi kırıp döker ve yüzlerce insanı öldürürmüş. Herkes bu ayıdan nefret edermiş ve onu avlayıp öldürmek için çok çaba harcamışlar fakat hiçbiri onu avlamayı başaramamış. Sonunda insanların o kadar gözü dönmüş ki tüm dünyadan en iyi avcıları aramaya başlamışlar ve buldukları ile anlaşmaya varmışlar. Eğer bu ayıyı öldürürlerse avcılara büyük bir servet ödemeye söz vermişler. Hemen av başlamış ve avcılar ayıyı bulmuşlar. Ayılar çok akıllı hayvanlardır, yetenekli avcıların bir araya gelerek intikamlarını almak için kendisini öldürmeye çalıştıklarını hemen anlamış. En akıllı şeyi yaparak koşmaya başlamış. Avcılardan arkasından gözleri dönmüş bir şekilde günlerce, haftalarca takip etmişler. Ayı aniden gökyüzüne atlamış, bugün dört parlak yıldızla simgelenir. Fakat avcılar da ayıyı takip ederek arkasından gökyüzüne atlamışlar, cezvenin sapındaki üç yıldız da avcıları simgeler. Sonunda avcılardan biri ayıyı ok ile vurarak yaralamış. İşte her sonbaharda ayının yarasından birkaç damla kan aşağıya düşerek yaprakları renklendirir.


Çok iyi bildiğiniz Büyük Ayı takımyıldızını oluşturan yıldızların isimlerini görebilirsiniz.

Konumuz büyük ayı olsaydı daha yazacak çok şey vardı ama biz cezvenin sapının ortasındaki Mizar yıldızı ile ilgiliyiz. Çok karanlık bir noktadan bu yıldıza gözünüzle baktığınızda onun bir çift yıldız olduğunu görebilirsiniz yani yanında bir tane daha yıldız vardır. Eski araplar bunu çok kolay görmüşler ve bu çifti “At ve Sürücüsü” olarak düşünmüşlerdir. Görme gücünüzü denemek istiyorsanız bizden 78 ışık yılı uzaklıktaki Mizar'a bakmanız önerilir çünkü eskiden de askerlerin gözlerini test etmek için de yine Mizar kullanılırmış. Güzel ve karanlık bir gecede bu deneyi yapabilirsiniz. Mizar'ın bu arkadaşının adı da Alcor'dur.

Mizar ve arkadaşı Alcor teleskop bulunduktan sonra çok daha ayrıntılı incelenmiştir ve 1617 yılından 2009 yılına kadar ilginç bulgular elde edilmiştir. Galileo'nun öğrencisi Benedetto Castelli ona teleskopla bakan ilk kişi olmuştur. Mizar ve Alcor teleskopla bulunan ilk görsel çift yıldız olmuştur. Daha sonra Galileo bu çift yıldız hakkında ayrıntılı kayıtlar tutmuştur. Parlak olan Mizar 2.23 ve sönük Alcor ise 3.99 kadir parlaklığındadır ve aralarındaki uzaklık 11.8 yay dakikasıdır. Unutmayalım gökyüzünde iki yıldız arasındaki uzaklık bir yaydır ve açı birimi cinsinden ölçülür.


Sevgili Uğur İkizlerin albümünden alınmış bir Mizar-Alcor çiftinin görüntüsü. Kendi yaptığı 15 cm'lik teleskobu ile alınmış bu fotoğrafta yazımızda geçen üç önemli yıldızı görüyorsunuz.

Görsel çift yıldız kavramı geçince sizlere gökbilimde genel olarak üç çeşit çift yıldız olduğunu anlatmam gerek. Çekimsel olarak birbirine bağlı ve her iki bileşenini de teleskopla gördüğümüz çiftlere “görsel çift yıldız” deriz. Teleskopla iki yıldızı birbirine çok yakın görürüz ama çekimsel olarak birbirine bağlı değilse yani biri diğerinden çok uzakta ama izdüşümleri birbirlerine yakınsa bunlara da “optik çift yıldız” adı verilir. Yani aslında bunlar gerçek bir çift yıldız değil, görünüşte öyle gözükürler. Birbirine çok yakın olduğu için teleskopta tek yıldız olarak gözükmesine karşın çift olan çok sayıda çift yıldız vardır. Bunları, bileşenlerin kütle merkezi çevresindeki hareketlerini Doppler olayı ile saptayabildiğimizden bunlara da “tayfsal çift yıldız” deriz. Yörünge düzlemi görüş doğrultumuzda olan ve hareketleri sırasında geomerik olarak birbirini örterek ışığı değişen “örten çift yıldızlar” aynı zamanda birer tayfsal çiftlerdir.

1650 yılında bir italyan gökbilimci aynı zamanda katolik bir papaz olan Giovanni Riccoli, Mizar'ı incelerken aslında onun da görsel bir çift yıldız olduğunu buldu ve parlak olanı Mizar A ve sönük olanı ise Mizar B adı ile bilinir. Parlaklıkları sırasıyla 2.27 ve 3.95 kadirdir. Aralarındaki uzaklık 14.4 yay saniyesidir ve Mizar'ın uzaklığını bildiğimizden bu açıklık en az 500 gök birimidir (GB). 1 GB'nin 150 milyon km olduğunu bildiğimize göre Kepler'in üçüncü yasasından bu görsel çift yıldızın dönemini hesapladığımızda en az 5000 yıl olduğunu buluruz. Bu da biz yaşadığımız sürece bu yıldızların ortak kütlr merkezi çevresindeki hareketlerini göremiyeceğimiz anlamına gelir. Mizar'ın bir çift yıldız olduğunu Castelli göremedi diye merak edersek Galileo'dan itibaren çapı daha büyük teleskoplar yapıldı. Teleskobun çapı ne denli büyük ise gökyüznde birbirine daha yakın görsel çift yıldızları ayırt edebilir. Dolayısıyla yıllarca bir çift yıldız olarak bilinen Mizar ve Alcor'un aslında bir üçlü olduğu anlaşıldı.

Mizar ile Alcor'un arasında kalan 8. kadirden bir yıldız var, bunu Sevgili Uğur İkizler'in çektiği fotoğrafta da görmek olası. Bu yıldızın adı “Sidus Ludoviciana” veya “Ludwig'in Yıldızı”dır. Böyle sönük yıldızlara genellikle bir ad verilmez, dolayısıyla bu da nereden çıktı diye araştırdığınızda Castelli 1616 yılında bu yıldızı kayıtlarında göstermiş olduğunu ama ününü 2 Aralık 1722 tarihinde aldığı görülüyor. Geisen kentinde matematik ve teoloji profesörü olan Johann Georg Liebknecht bu yıldızı tekrar keşfediyor. O akşam büyük güzel teleskobu ile Mizar ve Alcor'a bakarken birdenbire bu yıldızı görüyor ve onun yıldızlar arasında hareket ettiğini sanıyor. Bu da olsa olsa bir gezegen olur diyerek ona kralının adını veriyor. Bu bir yağcılık değil, o zamanların bir kuralı. Gezegen olsa tutulma düzleminde olması gerekir, daha önemlisi yıldızlar arasında hareket etmesi gerekir, doğal olarak gezegen olmadığı anlaşılıyor ama ismi üstünde yadigar kalıyor. Bugün Ludwig yıldızının 400 ışık yılı uzaklıkta olduğunu biliyoruz ve Mizar-Alcor çifti ile hiçbir ilişkisi yok. Liebknecht'in bu konuda yazdığı küçük kitapçık meslektaşları ve öğrencileri arasında sanırım alay konusu olmuştur.


Burada Mizar A ve B ile Alcor arasındaki uzaklık ve yıldızların parlaklıkları gösterilmiştir. En önemlisi Ludwig yıldızını da görmekteyiz.

13 Kasım 1889 tarihinde Harvard Gözlemevi müdürü Edward C. Pickering, Mizar A'nın hemen hemen aynı parlaklıkta iki bileşenden meydana geldiğini bir gökbilim konferansında duyurdu. Bu keşfin altında yatan bilimsel gözlem uzun zamandır bu yıldızın alınan tayflarıydı. Tayfta her çizgi çift gözüküyordu ve birbirlerine göre yer değiştiriyordu. Bu ise gözlenen cismin tek değil çift olduğunun bir göstergesiydi ve tayfsal olarak ilk bulunan çiftti. Dönemi 20.5 gün olan bu tayfsal çift yıldız ile bizim grubun sayısı birden dörde yükselmişti.

1908 yılında Potsdam gözlemevinden Hans Ludendorff ve Yerkes Gözlemevinden Edwin B. Frost birbirlerinden bağımsız olarak Mizar B'nin de tayfsal bir çift yıldız olduğunu keşfettiler. Bu yıldızın tayfında sadece bir yıldıza ait soğurma çizgileri görülüyordu bu ise diğer bileşenim çok sönük olduğunun kanıtıydı. Yörüngesel hareket Mizar A çiftine göre çok daha yavaştı. İlk bulgulara göre 175 gün olduğu ileri sürülmüştü ama 1961 yılında Helmut Abt dönemin hemen hemen iki kat, yani bir yıl olduğunu gösterdi. Sayı böylece beşe çıkmıştı.

2009 yılının Aralık ayında Rochester Üniversitesinden bir grup araştırmacı Alcor'un bir çift yıldız olduğunu buldu. Aslında bu grup Alcor'un bir ötegezegeni var mı diye bir araştırma başlatmıştı. Yöntemleri gayet basitti. Alcor'un CCD ile alınan yüksek ayırma güçlü fotğraflarında görüntünün kenarlarında meydana gelen saçılmaları veri işleme tekniği ile temizleyip orada bir gökcismi var mı yok mu ona bakıyorlardı. Bu yöntemi bir çok parlak yıldızda denemişlerdi. Evet sönük bir cisim vardı ama bu bir ötegezegen değil bir yıldızdı ve onu artık Alcor B olarak biliyoruz. Sonuçta Alcor'un da görsel bir çift yıldız olduğu anlaşılmıştı. Grubun sayısı böylece altı olmuştu.

Şimdi gelelim en önemli soruya. Eskiden bu yana görsel bir çift olduğu bilinen Mizar ve Alcor gerçekten çekimsel olarak birbirine bağlı mıdır? Hipparcos uydusu ile yapılan gözlemler Mizar ve Alcor'un bize olan uzaklıklarını 78.1 ve 81.1 ışık yılı olarak vermiştir. Aradaki fark 3 ışık yılıdır ve bu çok büyüktür. Fakat verilen ölçüm hatalarını gözönüne aldığımızda yıldızlar birbirlerin 0.7 ışık yılı yakınında olabiliyor. Bazı gökbilimciler ölçüm hatalarının daha büyük olduğunu ve her iki yıldızın da Güneş'den hemen hemen aynı uzaklığa sahip olduğunu ileriye sürüyorlar. Eğer bu sav doğru ise iki yıldızın 0.27 ışık yılı ayrıklığında ve yörünge döneminin 750 000 yıl olduğu kabul edilmektedir. Bu tezin anlamlı olmasının bir nedeni de gözönüne aldığımız bu iki yıldızın yine büyük ayıdaki 20 yıldızla beraber aynı uzay hareketini göstermesi ve aynı kimyasal bolluğa sahip olması bize bunların tek bir yıldızlararası buluttan meydana geldiğini göstermesidir.

Görsel çift yıldız olmasından şüphe edilmesinin nedeni Alcor'un Mizar çevresindeki uzay hareketlerindeki düzensizlikten kaynaklanıyordu. Rochester grubu Alcor'un tek değil de çift olması dolayısıyla bu uzay hareketini yaptığını ortaya koydu ve bu müthiş ikilinin çekimsel olarak birbirine bağlı olduğunu bir anlamda kanıtladı.

*Ethem Derman, Ankara Üniversitesi-Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü.

Devamı...>>

Gökadanın da Yamyamı Olur mu?

Ethem Derman hocamızın hazırladığı 3. yazı başka bir gökadadan Samanyolu'na katılan ve gezegeni olduğu belirlenen yıldız ve yıldız akıntılarıyla ilgili.

Geçenlerde güzel bir bilimsel haber vardı. Bu haber ile ilgili başlıklar ise şöyleydi; “İlk Defa Başka Bir Galakside Bir Gezegen Keşfedildi” veya “Samanyolu Dışında Gezegen Keşfedildi”. Haberin içeriğini okuduğunuzda ise bulunan gezegenin bizim Samanyolu'nun içindeki bir yıldızın çevresinde döndüğünü anlıyorsunuz. Daha ileri gittiğinizde ise bu yıldızın başka bir gökadada oluştuğunu, daha sonra o gökada ile Samanyolu'nun çarpışması sonucu yıldız artık bizim gökadamızın üyesi oluyor. Neden bu yıldızı yemiş bizim Samanyolu da ona yamyam diyorlar? Peki Samanyolu kaç tane gökada ile çarpışmış olabilir, gökbilimciler bunu nasıl anlıyorlar, merak etmediniz mi? Önce konuya uzun bir giriş yapalım.

Çarpışan gökadalara çok güzel bir örnek.

Gözlenebilir evrende 170 milyar gökada olduğu istatistik olarak ortaya konuluyor. Gökadaların çoğunun çapı 3000 ila 300 000 ışık yılı (IY) arasında ve birbirlerinden milyonlarca IY uzaklıkta. Gökadalar arasındaki uzayda, yoğunluğu bir metreküpte bir atomdan az olcak şekilde çok ince bir gaz var. Gökadaların büyük çoğunluğu kümeler halinde bulunuyor, daha büyük gruplar ise süperküme olarak bilinir. Süperküme gökadalar şimdilik konumuzun dışında. Konumuzun dışında olan diğer bir olgu ise bu gökadaların kütlelerinin %90'nın kara madde olması.

Gökyüzünde gördüğümüz ve Samanyolu adını verdiğimiz parlak kuşağın çok sayıda yıldızdan oluştuğunu tarih de İbn-i Heysem (965 - 1040) ve El-Biruni (973 – 1051) gibi bilim insanları söylemişlerse de Galileo teleskobu ile bunu kanıtlamıştır. Bugün biliyoruz ki gökyüzünde gördüğümüz tüm yıldızlar Samanyolu gökadasının birer üyesi. İçinde yaklaşık olarak 200 milyardan fazla yıldız barındıran bu gökada spiral yapıdadır ve ekseni çevresinde dönme hızı saniyede 250 km'dir. Samanyolu saniyede yaklaşık 600 km hızla Suyılanı takımyıldızı doğrultusunda hareket etmektedir. Bu hızı düşündüğümüzde Dünyamızın günde 52 milyon km yol katettiğini anlarız. Ne denli hızlı giden bir uzay arazının üzerindeyiz bir düşünsenize. Güneş sistemimiz, çapı 100 bin IY olan Samanyolu'nun merkezinden 28 bin IY uzaklıktadır.

“Yerel Grup” adı verilen gökada kümesi, içinde bizim Samanyolunu barındıran kümedir. Bu küme yaklaşık 30 gökada barındırır ve kütle merkezi Samanyolu ile Andromeda gökadası arasındadır. Grubun diğer üyeleri bu iki gökadadan oluşan alt grupdan çekimsel olarak ayrılırlar. Kümenin çapı yaklaşık 10 milyon IY'dır. Toplam kütlesi 1.29 trilyon Güneş kütlesidir. Yerel grup, Virgo süper gökada kümesinin bir üyesidir. Bu grup içinde kütlesi en büyük olan iki gökada Samanyolu ve Andromeda'dır ve her ikisi de spiral yapıdadır. Her iki gökadanın da uydu gökadaları vardır aynı Jüpiter'in uyduları olduğu gibi. Samanyolu'nun uydu gökadaları Çizelge 1'de görülmekedir. Bu çizelgeye baktığımızda 14 tane uydu gökadası olduğunu görüyoruz, henüz gözlenmiş ama tüm gökbilimcilerden onay almamış 10 tane daha var üstelik.

Çizelge 1. Samanyolu'nun çevresindeki uydu gökadaların listesi


Bu kadar girişten sonra son olarak cüce gökadanın tanımına bakalım. 30 milyardan daha az yıldız barındıran gökadalara cüce diyoruz. Nedeni ise normal gökadalar çok daha fazla yıldız içerir, örneğin bizim gökadamız en az 200 milyar yıldıza sahip. Cüce gökadalar içinde en iyi örnek 30 milyar yıldız barındıran Büyük Magellan Bulutudur. Ne yazık ki sadece güney yarımkürede yaşayanlar bu güzel uydu gökadayı görebiliyorlar, bizler değil.

Bir gökada kümesi içinde hareket eden gökadalar birbirleri ile çarpışabilirler veya çekimsel olarak etkileşirler. Bu etkileşim sırasında yollarına devam edecek momentumları olmazsa çarpışma gerçekleşir. Bugün evrende bol miktarda çarpışan gökada görüntüleri olduğu için de astrofiziğin sıcak konularından biridir. Bu durum gökadaların evriminde çok önemli süreç olduğu bugün anlaşılmaktadır. Gökadaların oluşumu ve evrimi diğer yandan yıldız oluşumu ile yakından ilgilidir. İki büyük gökada çarpıştığında genellikle eliptik bir gökada haline geliyor ama en önemlisi birleşmiş gökada içinde yıldız oluşum süreci birdenbire ivmeleniyor. Bu tür çarpışmaların oranı şu anda 100 gökadada 3-4 iken evrenin ilk oluştuğu zamanlanda bu oran çok daha yüksekti.

Çizelge 2. Samanyolu içinden geçen yıldız akıntılarının listesi.(Büyütmek için üzerine tıklayın.)


İkinci bir çarpışma da büyük bir gökadanın cüce gökadalar ile çarpışmasıdır. Bu durumda büyük gökada şeklini falan değiştirmez, çarpışan cüce gökadanın yıldızlarını asimile eder, yani özelliklerini değiştirerek kendi yıldızlarına benzetir. İşte o zaman diyoruz ki bu büyük gökada cücenin yıldızlarını yer yani yamyamlık yapar. Yamyam gökada kavramı buradan geliyor. Peki bizim gökadamız yamyam mı? Hem de bildiğimiz en iyisi, daha doğrusu onun içinde yaşadığımız için bunu çok iyi biliyoruz. Gökbilimciler bunu nasıl anlıyor? Şu anda bol şekilde robotik teleskoplar var, tüm gökyüzünün çeşitli süzgeçler ile fotoğrafını çekiyorlar ve gökbilimciler bunları inceliyorlar. Bir grup yıldızın uzay hızlarını incelediklerinde onların Samanyolu yıldızları gibi hareket etmediklerini görüyorlar. Konuya ayrıntılı eğildiklerinde bir şerit halinde Samanyolu gökadasının düzlemine dik doğrultuda hareket ettikleri ortaya çıkıyor. İşte bunlara yıldız akıntıları adı verilmiştir. Bir cüce gökadanın yıldızları Samanyolu gökadasının çekim kuvveti ile dağılmış ve onları yine gökada merkezi çevresinede bir yörüngeye oturmuş halini gözlüyoruz. Daha sonra bu yabancıdan gelen yıldızların Samanyolunun yıldızları gibi davranacağını biliyoruz. Gökbilimciler büyük gökadaların çevrelerindeki cüce gökadaları yutarak büyüdüklerine inanıyorlar. Bu süreç evrenin ilk zamanlarında çok daha hızlıydı.

Yıldız akıntılarının Samanyolundaki yörüngeleri.



Çizelge 2'de bugüne kadar saptanan yıldız akıntılarının adları ve özellikleri görülmektedir. Şu anda Samanyolu ile Büyük ve Küçük Magellan bulutları arasında yamyamlık sürüyor. Bu cüce gökadalardan hidrojen gazı yay şeklinde Samanyoluna akmakta ve bu durum gözlemsel olarak kanıtlanmaktadır. Uzun zamandır devam eden bu akıntı sonucu çok yakın gelecekte bu bulutların yıldızları da Samanyoluna akmaya başlayacaktır. Yıldız akıntılarını daha iyi anlamak ve Samanyolu çavresindeki yörüngeleri için şekil 2'ye dikkatli bakınız. Bu tür yörüngelerde sadece yutulan cüce gezegenler değil yaşlı küresel kümeler de var. Büyük gökadalar çarpışmalarının en iyi örneği ise şu anda bizden 2.2 milyon IY uzaklıktaki Andromeda gökadasının saatde 400-500 bin km hızla bize yaklaşmakta oluşu, gökbilimcilerin hesaplamalarına göre 3-4 milyar yıl sonra Samanyolu ile çarpışacaklar.

Şerit halinde gözlenen yıldız akımlarının hareket yönlerinin normal yıldızlardan nasıl farklı olduğunu yörüngelerine bakınca anlıyoruz.



İşte haberde geçen HIP 13044 yıldızı ve çevresinde dolanan HIP 13044b gezegeni 1999 yılında bulunan Helmi yıldız akıntısının bir üyesiydi. HIP 13044 yıldızı şu anda varolmayan bir cüce gökadada meydana geldi, oluşurken gezegeni de beraberdi ve daha sonra yamyam Samanyolu bu cüce gökadayı yedi bitirdi ve şimdi artık onun bir yıldızı.

Devamı...>>

Pluto mu Eris mi? Hangisi Daha Büyük?

Bir süre yayınlamaya başladığımız Ethem hocamın popüler gökbilim yazılarına devam ediyoruz. Prof. Dr. Ethem Derman hocamızın diğer bir yazısı Pluto'yu gezegenlikten eden Neptün ötesi cisimlerden Eris ile ilgili.

6 Kasım 2010 günü bir güneş sistemi cismi çok sönük bir yıldızı örttü ve bu sayede o cismin yörüngesindeki hızı bilindiğinden dolayı çok duyarlı olarak sözkonusu cismin boyutu bulundu. Bu cismin adı Eris'di. Eris Yunanlıların NİFAK tanrıçasıydı, peki neden?

Bazı NÖC'lerin boyutlarının Dünya ile karşılaştırılması.

Konuya girmeden geniş bir giriş yapmak gerekir. Gökbilimde çok kullanılan bir kavram vardır; Neptün Ötesi Cisimler (NÖC). Bu cisimler güneş sistemindeki küçük gezegenlerdir ama yörüngeleri Neptün yörüngesinin daha ötesindedir. O bölge de kendi içinde üçe ayrılır, sırasıyla Kuiper kuşağı, yaygın disk ve Oort bulutu. İlk NÖC 1930 yılında bulundu, Pluto. Pluto'nun uydusu Charon ki o da bir NÖC'dür 1978 yılında bulundu. Pluto sistemi dışında ikinci NÖC tam 62 yıl sonra 1992'de keşfedildi. Bugün bilinen NÖC'lerin sayısı 1000'den fazladır ve 198 tanesinin yörüngeleri yeter derecede saptanmıştır. Pluto gibi Neptün yörüngesi ile rezonans yapan NÖC'lere plutino adı verildi. Neptün yörüngesinde 3 kez dolandığında Plutinolar yörüngelerinde iki kez dolanır, bu nedenle rezonans yörünge denir. Bunlar Kuiper kuşağı cisimleridir fakat aynı kuşakta Neptün'den etkilenmeyen NÖC'ler de vardır ve onlar kuşağın biraz daha dış tarafındadır.

2005 yılında Mike Brown ve arkadaşları Eris'i keşfettiler ve o zaman hemen 10. gezegen bulundu diye medya ayağa kalktı çünkü ilk gözlemlere göre Eris, Pluto'dan da büyüktü. Eris, yunanlıların nifak tanrıçasıdır, sürekli anlaşmazlık yaratır, kavga eder, didişir durur. Aşağıdaki verilere bakarsanız bu durum anlaşılır. Aynı yıl yine aynı araştırma grubu, Makemake ve Haumea'yı buldu ki bu iki NÖC'de yine büyük boyutlardaydı. Artık Pluto'nun gezegenlik özelliği kalmıyordu ve 2006 yılının Ağustos ayında Uluslararası Astronomi Birliği Pluto'yu gezegenlikte çıkarttı ve bulunan bu üç NÖC ile asteroid kuşağının en büyük cismi olan Ceres'i de içine alacak şekilde “Cüce Gezegen” sınıfını duyurdu.

Cüce gezegenlerin bazı özellikleri (Büyütmek için tabloya tıklayın)

2005 yılında Hubble teleskobunun aldığı görüntülerden Eris'in çapı 2397 km olarak ölçüldü. Eris uzak olduğu için çapını doğrudan ölçmek mümkün değildi o nedenle salt parlaklığı ve aklık derecesi kullanılarak bulundu. Bu ölçüm onu Pluto'dan daha büyük yapıyordu. Aklık derecesi yani yani yüzeyine düşen ışınları yansıtma oranı 0.86 bulunmuştu ve bu değer güneş sistemi cisimleri içinde Enceladus hariç en büyük değerdi. Bunu açıklamak için cismin buz ile kaplı olduğu ve çok basık elips bir yörüngede dolaştığı için sıcaklık çok değişeceğinden yüzeyindeki buzun sürekli yenilendiği ileri sürüldü. 2007 yılında Spitzer Uzay teleskobu ile alınan görüntülerden Eris'in çapı 2600 km olarak hesap edildi. Bu araştırma da Eris'i Pluto'dan büyük yapıyordu.

Eris'in Güneş çevresindeki ilginç yörüngesini gösteren bir şekil.

6 Kasım günü Eris Balina takımyıldızında 17. kadirden çok sönük bir yıldızı örtecekti. Gökbilimciler bu tür tutulmaları önceden hesap ederler ve yer yüzünde nereden görünebileceğini söylerler. Güney Amerikada Arjantin ve Şili'den görüneceği bilindiği için o bölgedeki gözlemevleri bu tutlmayı beklediler. Üç farklı gözlemci takımı tutlmayı gözlediği için Eris'in çapını bulmak artık kolaydı. Yapılan hesapta Eris'in çapı 2340 km'den küçük olmalıydı. Artık ya iki cüce gezegen de ölçüm hataları içinde aynıydı, belki Pluto daha büyüktü. ABD'li gökbilimcilerin sanırım istedikleri de bu, çünkü Pluto'nun gezegenlikten atılmasını bir türlü benimseyemediler ve hala en büyük Pluto demeyi tercih ediyorlar.

Bu çalışmanın sonucunda Eris ile Pluto boyut olarak aynı çıktı ama her iki cismin de uyduları olduğu için kütleleri çok duyarlı olarak bulunmuştu ve Eris, Pluto'dan %27 daha ağırdı. Bu ise Eris'inyoğunluğu daha fazla yani çekirdeğinde daha fazla kayasal madde var. Bu yoğunluk onu tipik bir asteroid kuşağı cismi yapıyor. Peki ne arıyor öyle hem Güneş'den hem de tutulma düzleminden uzakta? Gökbilimciler bazı cisimlerin çevrelerindeki diğer cisimlerin tedirginlikleri dolayısıyla bulundukları yerden daha dışarılara savrulabileceğini ileriye sürüyorlar. Yaygın disk bölgesinde çok basık bir yörüngede dolaşan ve yoğunluğu kendisinden daha içeride olan Pluto'ya göre daha fazla olan bir gökcismi. Nifak tanrıçası dedikleri kadar varmış değil mi?



Neptün Ötesi Cisimlerin Güneşten uzaklıklarına göre ve yörüngelerinin eğimine göre gösteren şekil. Burada ayrıca NÖC'lerin bulunduğu bölgeleri de görebilirsiniz.

Devamı...>>

Uzayda Kaç Tane Yer Benzeri Gezegen Var?

Sevgili Ethem Hocamızın* hazırladığı ve facebook'taki köşesinde yayınladığı yazıları burada da yayınlayarak bir yazı dizisini başlatıyoruz. İlk yazı Samanyolu'nda kaç tane Dünya benzeri gezegen olduğuyla ilgili. Sözü fazla uzatmadan yazıya geçelim:

Güneş sistemimizdeki gezegenler dışında Güneş gibi başka yıldızların çevresinde son 15 yıldır bulduğumuz gezegenlerin sayısı 500’ü buldu. Bunlara türkçede ötegezegen diyoruz. Ötegezegenlerin çoğu dolaylı yoldan 3-4 tanesi ise doğrudan bulundu. Büyük bir gezegeni olan yıldızın kütle merkezi çevresinde yaptığı hareket sonucu bize yaklaşır ve uzaklaşır. Bu hareketi sonucu yıldızın meydana çıkan dikine hızını ölçerek onun bir gezegene sahip olduğunu buluruz. Sözkonusu kütle merkezi yıldızın merkezine çok yakın olduğu için bu dikine hızın değeri çok düşüktür ve çok duyarlı tayfçekerler bu küçük değeri algılayabilir. İşte bu nedenle ancak 1990 yıllarından sonra bu türden tayfçekerler yapılabildiği için ötegezegenler bulunmaya başladı.

Bulunan gezegenlerin kütleleri genellikle çok büyüktü çünkü sadece kütlesi büyük olan gezegenin yıldızı gözlendiğinde algılanabilir bir dikine hız değeri verir. Daha ilginç yöntemler ile yer kütlesinde gezegenler de bulunmaya başlandı ama sayıları çok azdı. Ötegezegenleri bulmak için ABD’nin uzaya fırlattığı Kepler uydusu farklı bir yöntemle gezegen arıyor, buna geçiş yöntemi diyoruz. Gezegen yörünge düzlemi bizim bakış doğrultumuzda ise o zaman yörüngesinde dolanırken belirli zamanlarda yıldızının önünden geçecek ve onun ışığının çok az bölümünün bize gelmesini önleyecektir. Çok az ışık kaybını gözleyen duyarlı detektörler yapıldığı için üstelik atmosfer etkisinden de kutulduğu için Kepler uydusu bol miktarda ötegezegen bulmuştur.



Çoğu Kaliforniya Üniversitesinden olmak üzere ABD’li bir grup gökbilimci 5 yıldır dünyanın en büyük teleskopları ile gözlem yaparak dikine hız yöntemi ile 166 Güneş benzeri yıldızda ötegezegen aradılar. Gözledikleri tüm yıldızlar dünyamıza 80 ışık yılndan daha yakındı. Bu çalışmanın sonunda dünya kütlesinin 3 ila 1000 katı arasında kütleye sahip birçok gezegen buldular. Buldukları gezegenlerin çoğu yıldızlarına çok yakın yörüngelerde dolaşıyorlardı, bizim güneş sistemimizi gözönüne aldığımızda Merkür yörüngesinden daha içerdeydi.

Evrende ne kadar yer benzeri gezegen var sorusunun yanıtını arayan gökbilimci grubunu 166 yıldız üzerinde çalışmasının sonucu.

Bulunan ötegezegenleri kütlelerine göre incelediler. Büyük kütleli olanları üç sınıfta ayırdılar: 30-100, 100-300 ve 300-100. Her grupta gezegeni bulunan yıldızların sayısı aynıydı ve bu sayı gözlenen yıldızların sadece %1.6’sıydı. Orta kütleli gezegen dediğimiz 10-30 dünya kütlesine sahip gezegenleri barındıran yıldızların sayısı ise %6.5. Süper dünya adı verilen 3-10 dünya kütlesi gezegene sahip yıldızların sayısı ise %11.8 çıktı. Dikkat edilirse küçük kütleli gezegenlere gittikçe bu tür gezegenleri barındıran yıldızların sayısı artıyor.

Bu sayıları yorumlamak artık bilim insanları için çok kolaydı. Kütlesi 3 dünya kütlesinden küçük ötegezegenleri yerden yapılan tayfsal gözlemler ile yakalamak olanaklı değildi çünkü bu kütlede bir gezegene sahip yıldızın göstereceği dikine hız çok düşüktü ve tayfçekerlerimiz bunu algılayamazdı. Yani bu tür gezegenler vardı ama biz gözleyemiyorduk. Buna bilimde "seçim etkisi" denir ve sadece kütlesi büyük olan ötegezegenleri yakalabiliyorduk. Elde edilen verilerden hareketle yer kütlesine sahip ötegezegenleri barındıran yıldızların sayısını ekstarpolasyon (dış değer) yöntemi ile bulmak çok kolaydı ve bu sayı %23’dü. Demek ki en azından gözlenen 166 yıldızın 38 tanesi yer benzeri gezegene sahip olmalı. Samanyolu gökadamızda en az 200 milyar yıldız olduğuna göre bunların 46 milyarının çevresinde dolanan yer benzeri bir ötegezegen olmalı. Evrende 100 milyar gökada olduğuna göre ve her birinde ortalama 200 milyar yıldız varsa kaç tane kütle açısından yer benzeri ötegezegen var, hesabını siz yapabilirsiniz.



Bu istatistik yöntemi araştırmayı yapan takım güzel bir benzetme ile açıklamayı başarmışlar. Bir vadiye baktığınızda gözünüze hemen büyük kayalar çarpar ve onları sayabilirsiniz. Sonra daha küçük kayaları, hatta büyük taşları da sayabilirsiniz ama kum tanelerini sayamazsınız çünkü gözünüz onları tek tek algılayamaz. Ancak tahmin edebilirsiniz. Bir plajdaki kum tanelerinden daha fazla evrende dünya var. Bunlarda yaşam var mı dediğimiz zaman eğer gezegen yaşanabilir bölgede ise yani yıldızından öyle bir uzaklıkta ki su sıvı halde bulunuyor, neden olmasın? Bu tür gezegenlerde yaşayan canlı ve zeki yaratıklar dünyamıza gelip bizi ziyaret edebilirler mi? Tabii ki hayır çünkü uzaklıklar çok büyük.

Yaşanabilir bölgenin yıldızın sıcaklığına bağlı olduğunu görüyoruz.

*Ethem Derman: Profesör, Ankara Üniversitesi, Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölüm Başkanı
Not: Ethem Hocamız her perşembe TRT'deki "Gün Akşam Oldu" programında Gökbilim anlatmaya devam ediyor.

Devamı...>>

Astronomi Öğretmenlerine Yönelik Seminer


2010-2011 Öğretim Yılı başladı. Yeni yılla birlikte çeşitli derslerde yeni öğretim programları da işlenmeye başlandı. Programı değişen derslerden biri de Astronomi ve Uzay Bilimleri. MEB-Talim Terbiye Kurulu bu yıldan geçerli olmak üzere dersin öğretim progamını yeniledi.

Liselerdeki Astronomi ve Uzay Bilimleri dersini genellikle fizik ya da matematik öğretmenleri veriyor. Dersi veren öğretmenlerden Gökbilim hakkında yeterince bilgi sahibi olmayanlar ise ya kulaktan duyma yalan yanlış bilgileri vereceğine başka bir derse yöneliyor, ya da dersi başka bir şekilde işleyip süreyi doldurmaya çalışıyorlar.

Gökbilim'e meraklı az-çok bilgi sahibi olan öğretmenler ise dersi işlerken hem kendisi hem de öğrencilerine ayrı bir zevk aldırıyor. Hareketli ve aslında çok merak edilen uzay, gezegenler, yıldızlarla ilgili hem kendisi yeni bilgiler ediniyor hem de öğrencilerine öğretiyor.

Durum bu olunca MEB'nın mutlaka bir hizmetiçi etkinliğine ihtiyaç duyuluyordu ki bu konuda bir gelişme oldu.

Akdeniz Üniversitesi Eğitim Fakültesi Kimya Eğitimi Bölümü bu işe soyunarak MEB desteğini de alarak Astronomi Öğretmenlerine yönelik bir dizi seminer düzenleyecek. Seminerler ile hem öğretmenlere Gökbilim anlatılacak hem de öğrencilere Gökbilim kullanılarak bilimin nasıl sevdirileceği kavratılacak.

Konuyla ilgilenen öğretmenlerin aşağıdaki linke tıklayıp kayıt formunu doldurmaları yeterli. Sayfadan seminerler hakkında ayrıntılı bilgi edinilebilir.

Başvuru için: Astronomi Öğretmenleri
Taslak Program

Devamı...>>

TAD'dan Yeni Bir Yarışma

Türk Astronomi Derneği, NanoManyetik Bilimsel Cihazlar San. Tic. Ltd. Şirketi tarafından konulan 1000 TL ödüllü TELESKOP YAPMA YARIŞMASI düzenliyor. Yarışmanın amacı ülkemizde astronomiye ve fiziğe ilgi duyan çocuk, genç, yaşlı herkesi, elleri ile bir şeyler yapmaya özendirmek. Yapılan teleskopla Galileo’nun 400 yıl önce yaptığı teleskop ile ilk kez gözlediği Jüpiter’in ayları gözlenebilmelidir.


2010 yılı Teleskop Yapma Yarışması kuralları:
• Teleskop merceklerle yapılacaktır
• Büyütme en az x10 olacaktır
• Oluşan görüntü ters olmamalıdır
• Yarışmacılar teleskoplarını 1 Aralık 2010 tarihine kadar Türk Astronomi Derneği (Arzu Kıran eliyle), Sabancı Üniversitesi, Orhanlı, Tuzla, 34956, İstanbul adresine ulaştırmalıdırlar.
• Teleskop ile birlikte yapım ve tasarım aşamalarını anlatan en çok 2 sayfalık bir metin ve istenirse fotoğraflar gönderilmelidir.
• Katılım kişiseldir, grup adına, okullar ve kurumlar adına yapılan başvurular kabul edilmez.
• Jüri yarışmacıları teleskobu yeniden kurmak ve gözlem yapmak üzere davet edebilir.
• Türk Astronomi Derneği katılan teleskopları sergileme hakkına sahiptir. Daha sonra teleskoplar
yarışmacılara geri gönderilecektir. Kargo sırasında oluşabilecek zararlardan Türk Astronomi Derneği ve NanoManyetik Bilimsel Cihazlar San. Tic. Ltd. Şirketi sorumlu tutulamaz.
Jüri üyeleri:
Prof. Dr. Ahmet Oral (Sabancı Üniversitesi ve NanoManyetik Bilimsel Cihazlar San. Tic. Ltd. Şirketi),
Prof. Dr. Zeynel Tunca (Ege Üniversitesi),
Prof. Dr. Ali Alpar (Sabancı Üniversitesi, TAD Başkanı),
Doç. Dr. Ersin Göğüş (Sabancı Üniversitesi),
Uğur İkizler (Amatör astronom ve teleskop yapımcısı).

Devamı...>>

Türk araştırmacılar 7.nötron yıldızını keşfetti

Sabancı Üniversitesi'nde çalışan uluslararası ekip, galaksimizde bilinen yedinci nötron yıldızını tespti ederek dünya astronomi çevrelerinde heyecan yarattı.

Türk araştırmacılar, uzayda bugüne kadar varlığı bilinmeyen dünya'dan 40 bin ışık yılı uzakta, patlama özelliğine ve yüksek manyetik enerjiye sahip 7. nötron yıldızını keşfetti. Keşif evrenin gelişim sırlarının çözümü için uzayı gözlemleyen pek çok ülkenin bilim çevrelerinde heyecan yarattı.Türk araştırmacılar, keşfin ardından pek çok araştırma merkezinden astrofizikte ortak araştırmalar yapma teklifi aldı. Keşif, önümüzdeki ay, ''The Astrophysical Journal'' dergisinde yayımlanarak literatürdeki yerini alacak.

Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Doç Dr. Ersin Göğüş, Dünya, Güneş ve Ay'ın yer aldığı Samanyolu Galaksisi'nde yüz milyarı aşkın yıldızın, 2 bin dolayında da nötron yıldızının bulunduğunu ifade etti.NÖTRON YILDIZLARIMaddenin en yoğun halde bulunduğu yapılar olan nötron yıldızları çok kuvvetli manyetik alanlara sahip.Bu yıldızlardan manyetik alanları en düşük olanların bile çekim gücünün güneşten 10 bin kat daha fazla olduğunu kaydeden Göğüş, ''Evrendeki en kuvvetli mıknatıslar olan nötron yıldızlarındaki patlamalar, saniyenin onda biri kadar sürüyor. Bu kadar kısa sürede, güneşin neredeyse bir yılda yaydığına eşit miktarda eşit enerji yayıyor'' dedi.Astrofizikçiler şimdiye kadar 6 tane çok kuvvetli manyetik alana sahip ve yüksek patlama özelliği gösteren nötron yıldızı keşfetti. Göğüş'ün verdiği bilgiye göre bu yıldızların ilk üç tanesinin 1979'dan beri biliniyor. Yıldızların dördüncüsü 1998'de, beşincisi 2008'de, altıncısı 2009'da bulundu.TÜRK ARAŞTIRMACILARDAN 7. NÖTRON YILDIZI KEŞFİDoç. Dr. Gögüş liderliğinde, aralarında aynı üniversitenin öğretim üyesi Dr. Yuki Kaneko'nun yer aldığı ekibin keşfettiği 7. nötron yıldızı, saniyenin onda biri süresinde gerçekleşen patlama sayesinde fark edildiği. Göğüş, keşfe ilişkin şu bilgileri verdi:''Ekibimiz, ilk olarak NASA'nın Swift uydu teleskobu ile patlamayı keşfetti. Yine, NASA'nın Chandra ve RXTE uydu teleskopları ile takip ederek yeni keşfettikleri nötron yıldızının genel özelliklerini ortaya çıkardı.Keşfettiğimiz 7. nötron yıldızının manyetik alanı, güneşin manyetik alanının 18 milyar katına eşit. Saniyenin onda birinden de kısa süredeki patlamada yaydığı enerji güneşin 1 saniyede yaydığı enerjiden on milyon kat daha fazla.''''EKSENİ ETRAFINDA 7,5 SANİYEDE BİR DÖNÜYOR''Bilinen nötron yıldızlarının sayılarının çok az olması nedeniyle bilim dünyası tarafından dikkatle incelendiğini dile getiren Göğüş, ''Bu yıldızlar, maddenin çok yüksek manyetik alanlardaki davranışını anlamamız için adeta bir laboratuvar görevi görüyor. Yani biz direkt olarak bu manyetik etkileri dünyaya getiremiyoruz ama yıldızları takip ederek maddenin çok yüksek manyetik ortamlardaki hareketlerini inceleyebiliyoruz'' diye konuştu.7. nötron yıldızının keşfinin ilk defa Türk araştırmacıların önderliğinde yapılmasının önemine işaret eden Göğüş, şunları kaydetti:''Keşifte bizi en gururlandıran konu, Türkiye'deki bilimsel ve teknolojik birikimin belli bir düzeye erişmesini görmek oldu. İyi bir ekibin Türkiye'de önemli bir keşfe imza atması bilimin ülkemizde geldiği noktayı da gösteriyor.Yıldızın keşfinin yapıldığını duyan bilim çevreleri, ekibimizle irtibata geçerek ortak çalışmak istediklerini dile getirdi. Ekibimiz, aralarında İtalya, ABD, İspanya, İngiltere ve Hollanda'dan da astrofizikçilerin de yer aldığı 23 kişiden oluşuyor.''7. nötron yıldızının keşfi ile ilgili hazırladıkları makalenin astrofizik alanında dünyanın en önemli bilimsel dergilerinden biri olan ''The Astrophysical Journal'' adlı yayına kabul edildiğini bildiren Gögüş, derginin gelecek ayki sayısında basılmasının ardından keşiflerinin uluslararası literatürdeki yerini alacağını belirtti.Dünya'ya uzaklığı 40 bin ışık yılı mesafede olan 7. nötron yıldızının adının, ''SGR J1833 – 0832'' olduğunu bildiren Göğüş, yıldızın çok hızlı bir dönme periyodunun bulunduğunu, ekseni etrafında 7,5 saniyede bir döndüğünü belirterek, yıldızın bu özellikleriyle diğer nötron yıldızları arasında farklı bir yeri olduğunu da sözlerine ekledi.
Kaynak: ntvmsnbc

Devamı...>>

Jüpiter’in Kayıp Kuşaklarının Sırrı









Avustralyalı Amatör Gökbilimci Anthıny Wesley'in 9 ay arayla çektiği Jüpiter görüntülerinde fark açıkça görülüyor.Güneş Sistemi’nin dev gezegeni Jüpiter’de oluşan değişim geçtiğimiz hafta haberlere yansımıştı. Gezegenin görünür durumdaki iki ana bulut kuşakları bir anda yok olmuş ve bunu ilk kez bir amatör gökbilimci keşfetmişti.NASA’nın Jet İtici Güç Laboratuvarı’ndan (JPL) gezegen bilimci Glenn Orton bunun büyük bir olay olduğunu söyleyerek ekliyor: “Durumu yakından izliyor ve değişimin nereye kadar süreceğini merak ediyoruz” diyor.Gezegenin Güney Ekvator Kuşağı’nda bulunan kahverengi renkteki iki bulut bantı ortadan kaybolmuştu.

Avustralyalı Amatör Gökbilimci Anthony Wesley: “Jüpiter’in imzası olan bu kuşaklar büyük bir dürdün ya da bir teleskopla görülebiliyor. Çocukken küçük bir dürbünle bu kuşakları açıkça görebildiğimi hatırlıyorum. Şu anda dev gezegende tek kuşağın görülebilmesi tuhaf bir durum” diyor.Wesley geçtiğimiz yıl Jüpiter’e çarpan kuyrukluyıldızı keşfetmişti. “Kuşağın tamamen ortadan kaybolmasını gözlemeyi beklemiyordum” diyor.Orton kuşağın aslında kaybolmamış olabileceğini önüne gelen büyük bir bulut tarafından gizlenmiş olabileceğine dikkat çekiyor.“Bu mümkündür. Bir amonyak sirrüsü güney Ekvator Kuşağı’nın başında oluşmuş olabilir.

Dünyadaki sirrüs bulutu (cirrus) buz kristallerinden oluşmuştur. Jüpiter’de de benzer oluşum gerçekleşmiş olabilir. Ama tek farkla. Buradaki bulut buz yerine amonyak (NH3) kristallerinden oluşabilir. “Böyle bir sirrüs bulutunun oluşmasını ne sağlamış olabilir? Orton küresel rüzgar akımlarındaki değişikliklerin amonyak bakımından zengin maddeyi bu bölgeye getirdiğinden şüpheleniyor. Böylece Güney Ekvator Kuşağı’nın yüksek kesimlerinde buzlu bult oluşumu gerçekleşmiş olabilir.Hala varlığının nedeni anlaşılamayan Jüpiter'in büyük kırmızı lekesi Güney Ekvator Kuşağı'nın kaybolmasıyla daha görünür hale gelmiş.“Orada ne olup bittiğini görmek için bir sonda göndermek isterim” diyor Orton.

Hala varlığının nedeni anlaşılamayan Jüpiter'in büyük kırmızı lekesi Güney Ekvator Kuşağı'nın kaybolmasıyla daha görünür hale gelmiş.Gerçekten Jüpiter’in atmosferi keşfedilmeyi bekleyen sıra dışı bir yerdir. Örneğin hiç kimse gezegendeki büyük kırmızı lekenin ne olduğunu ve bu kadar fırtınaya dağılmadan nasıl kalabildiğini bilmiyor. Mevcut kuramların hiçbiri ikiz ekvatoral kuşakların neden kahverengi olduğunu ve bunlardan neden birinin kaybolduğunu açıklayamıyor.

“Elimizde çok uzun bir soru listesi bulunuyor” diyor Orton.Üstelik bu kayıp ilk kez gerçekleşmiyor.İngiliz Astronomi Birliği yöneticisi John Rogers, “Güney Ekvatoral Kuşakta düzenli olmayan aralıklarla kaybolmalar gerçekleşir. Bilinen en son kuşak kayıpları 1973-75, 1989-90, 1993, 2007 ve 2010 yıllarında gerçekleşti. 2007’deki kayıp kısa sürdü. Ama diğer yıllarda böylesi bir kaybolma gerçekleşmedi” diyor.Güney Ekvator Kuşağı’nın geri dönüşü farklı gerçekleşebilir.“Güney Ekvator Kuşağı’nın geri dönüşü amatör gökbilimcilerin orta boy teleskoplarında heyecanlı bir gösteriye dönüşebilir. Tek bir noktada başlayabilecek olan fırtına girdap şeklinde yayılarak kuşağı ortaya çıkarabilir. Yine de biz böylesi bir girdabın nerede başlayabileceğini bilemiyoruz. Tarihsel sürece baktığımızda bunun 2 yıl içinde gerçekleşeceğini söyleyebiliriz. Kuşağın birkaç ay içinde görünür hale geleceğini umuyoruz. Bu şansı kaybetmemek için sürekli Jüpiter’i izliyor olacağım” diyor Wesley.Gezegendeki bu canlanmanın aniden başlayacağı ve birkaç hafta içinde yayılacağı düşünülüyor.“Gerçekten de halkaların geri dönüşünü keşfetmek de ilginç olacaktır” diyor Orton.Jüpiter’in konumu için gökyüzü haritasından gökyüzü haritasından yararlanabilirsiniz. Jüpiter şafaktan hemen önce doğu ufkunda sabah yıldızı olarak parlamaktadır.
Kaynak: Astronomi Diyarı

Devamı...>>

EÜ Gözlemevi'nden 16. Yaz Okulu


Ege Üniversitesi Gözlemevi, bilimi topluma götürme, gökyüzünü, astronomiyi tanıtma ve sevdirme konusunda gökbilimde Türkiye’de bir ilki başlatarak 1997 yılından beri her yıl yaz aylarında “Amatör Astronomlar Yazokulu” düzenlemektedir.

45. Kuruluş yılını kutlayan Ege Üniversitesi Gözlemevi, yeni adıyla Ege Üniversitesi Gözlemevi Uygulama ve Araştırma Merkezi olarak bu yıl da “14. Amatör Astronomlar Yazokulu”’nu düzenleyecektir.

Yazokulu, 28 Haziran – 31 Temmuz 2010 tarihleri arasında 5 dönem yapılacak ve her dönem Pazartesi sabah başlayacak Cumartesi sabah sona erecektir. Bu süre içinde doğa ile iç içe bir ortamda, gökyüzü ve gökcisimleri tanıtılacak, gözlediğimiz gökolayları, evrenin yapısı, yaşam olasılığı gibi konular tartışılacak, sunumlar, projeler, söyleşiler, geziler ve gece gözlemleri yapılacaktır. Katılımcılar gözlemevinin internet olanaklarından 24 saat yararlanabileceklerdir.

Yazokuluna 12 yaş üzeri katılımcılar kabul edilecektir. Her dönem için yakın yaş grubu oluşturulacaktır. Yazokulu katılım ücretine; konaklama, yemek, ders – gözlem materyali ve dönem içi gezi ücretleri dahildir. Konaklama, dersler, uygulama ve gözlemler Ege Üniversitesi Gözlemevi’nde yapılacaktır.

Yazokulu programı, başvuru, gözlemevi hakkında daha fazla bilgi http://astronomi.ege.edu.tr/gozlemevi/yazokulu internet sayfasında yeralmaktadır.

Dünya Astronomi Yılı sonrasında da “ Evren Sizi Bekliyor “..

Devamı...>>

HARİKALAR YARATAN UZAY ARACI CASSİNİ


Satürn gezegeni ve yörüngesinde yaptığı 6 yıllık seyahat boyunca Cassini, iki yeni Satürn halkası, bir dizi yeni uydu ve uyducuk keşfetti. Titan'da sıvı birikintiler, Enceladus uydusunda da su buzu ve partiküller saçan bir gayzer, halkalarda dalgacıklar ve çıkıntılar, gezegenin kutuplarında ise hortumlar buldu. Cassini ayrıca Titan'a Avrupa yapımı bir uzay araştırma gemisi indirdi. Cassini uzayda çok yakıt tüketmeden bir yerden başka bir yere nasıl gidileceğini araştıran gizemli yörünge mekaniği alanında geliştirilen son teknolojilere sahip.Cassini'nin yolculuğuna 7 yıl daha devam etmesi bekleniyor.Ancak başlangıçta taşıdığı manevra yakıtının yanlızca
%22 si kalmış durumda.Aracın bilimsel hedefleri arasında halkalar uydular ve gezegenler olması bunu şimdiye kadar yapılmış en karmaşık projelerden biri yapıyor.Cassini 2004 yılında Satürn'e vardığında 4 yıllık bir proje öngörülüyordu.Ancak o kadar başarılı oldu ki NASA görevini Eylül 2010'a kadar 2 yıl daha uzattı.Şimdi ise 2017 yılına yani Satürn 'ün Kuzey Yarımküresinin yaz mevsimine kadar uzatmaya karar verdi. Her şey planlandığı gibi giderse Cassini 15 Eylül 2017 de halkaların içine dalıp Satürn atmosferi sınırında 22 tur yaptıktan sonra gezegene düşecek.

Devamı...>>

Uzayda sıcaklık var mıdır?


Sıcaklık bir cismin atomik yapısı ile ilgilidir.Bir cismin molekülleri çok titreşiyorsa o cisim sıcak, az titreşiyorlarsa soğuktur.Bu nedenle sıcaklığa sahip olabilen tek şey maddedir. Uzay ise %99,99 vakumdur yani boşluktur.Pratikte içinde molekül , atom ve parçacıkların bulunmadığı kabul edilebilir.Dolayısıyla uzayın bir sıcaklığı olamaz.
Uzayın sıcaklığı yoktur ama uzayda bulunan cisimlerin sıcaklıkları vardır. Evrenin ortaya çıkışını açıklamaya çalışan "büyük patlama" teorisi doğru ise rastlanabilecek en yüksek sıcaklık o anda olmalı. Gittikçe soğuyan evrende yıldızların ve onlara yakın gök cisimlerinin, atomik yapılarına göre belli bir sıcaklıkları vardır. Uzayın en az yoğun olduğu yerlerdeki cisimlerin sıcaklıklarının ise, atomik hareketlerin durduğu sıcaklıktan, 3 derece fazla yani eksi 270 derece civarında olduğu tahmin ediliyor.

Avrupa Uzay Ajansı'ndan yapılan açıklamaya göre Hubble Teleskobu uzaydaki şimdiye kadar rastlanan en soğuk bölgenin fotoğrafını çekmiş.5000 ışık yılı uzaklıktaki Centeurus takım yıldızında bulunan bölgedeki sıcaklık mutlak sıfır noktasından 1 derece daha sıcak yani eksi 272 dereceymiş.

Uzaya çıkan astronotların nasıl bir sıcaklıkla karşılaştıkları, üzerlerindeki giysilerin buna nasıl dayandıkları hep merak konusu olmuştur. Astronotların gittikleri en uzak yer Ay'dır. Dünyamız atmosferi dışında ve Ay'daki sıcaklık ise Güneş'in ışığına doğrudan maruz kalınıp kalınmadığına bağlıdır.Buralarda güneş ışığını doğrudan alan yerler suyun kaynama noktasından bile yüksek bir sıcaklığa 120 dereceye kadar ısınırlar.Güneş görmeyen yerlerde ise sıcaklık eksi 156 dereceye kadar düşer. Astronotlar kısa bir sürede 280 derecelik bir ısı farkı ile karşılaşabilirler.Bu nedenle astronotların giysilerinin ve uzay araçlarının izolasyon tasarımları çok önemlidir.

Yeryüzünde üzerimize kat kat giysiler giysek bile vücut ısısını atmosfere oldukça çabuk veririz.Rüzgar bu ısı kaybını daha da hızlandırır.Ay'da ve uzayda yürüyen bir astronot ise içi vakum olan bir termosun içinde gibidir.Dışarıya ısı kaybı çok az olduğundan ve kendi vücudu sürekli ısı ürettiğinden üşümekten çok sıcaklık hisseder.

Devamı...>>

Uzayın bir gizemi daha görüntülendi


Astronomlar bir hayallerini daha gerçekleştirdi. Samanyolu Galaksi’sinin en esrarengiz ve büyüleyici köşelerinden biri olan Kedi Pençesi Nebulası’nın (bulutlusu) en son hali görüntülendi.

Akrep takımyıldızından 5 bin 500 ışık yılı uzaklıkta olan ve görünümüyle bir kedinin pençesini andıran nebula, içerdiği sayısız yıldız ve toz bulutuyla muhteşem bir görüntü sergiliyor.

Nisan ayında Avrupa Güney Gözlemevi’nin VISTA teleskopuyla çekilen görüntü, Kedi Pençesi Nebulası’nın bugüne kadar görülmemiş yüzünü gözler önüne serdi.

Astronomları büyüleyen görüntü, Şili’nin Atakama Çölü’nde konumlanmış olan dünyanın en güçlü kızılötesi görüntüleyicisi VISTA teleskobu tarafından çekildi.

YENİ YILDIZLAR KEŞFEDİLDİ
Görüntüde, nebulanın merkezinde bulunan parlak, genç yıldızların yanı sıra, etrafında milyonlarca yıl önce oluştuğu düşünülen binlerce yıldız ilk defa görüntülendi.

Nebula’nın sahip olduğu toz bulutlarının en yoğun olduğu noktalara kızıl ötesi radyasyon bile nüfuz edemiyor. Bu alanlar, nebulanın merkezinden uzaklaşarak etrafa yayılan karaltılar olarak seçiliyor.

Birkaç yıl daha gökleri keşfedecek olan VISTA teleskobuyla, gök bilimciler uzayın çok daha gizemli noktalarını görüntülemeyi umuyor.

Devamı...>>

Bu “HİGGS BOZONU” NEDEN BU KADAR ÖNEMLİ?

PEKİ, O ZAMAN FERMİLAB NEDEN YARIŞTAN ÇEKİLMİYOR?Fermilab, protonları protonlarla çarpıştıran LHC’nin aksine protonları, bunların antimadde (ters elektrik yükü taşıyan karşılığı) olan antiprotonlarla çarpıştırıyor ve yıllarca sürdürdüğü deneylerde epey veri biriktirmiş bulunuyor. Fermilab fizikçileri, bu veri yığınları içinde Higgs parçacığını ortaya çıkış imzasını çok daha güçlü olan LHC’den daha önce bulabileceklerine inanmaları.
Nedeni, kuramsal hesapların Higgs bozonu kütlesinin 200 GeV (Giga elektronvolt - milyar elektronvolt) düzeyinden daha aşağıda olması gerektiğini göstermesi. Daha büyük kütlede bir Higgs, Standart Model’de öteki parçacıkların doğrulanmış kütleleleriyle tutarlı olamıyor ve işler karışıyor.
Higgs’in öngörülen kütlesi de Tevatron’un üretebildiği enerji düzeyinin içinde kalıyor.


Bu “HİGGS BOZONU” NEDEN BU KADAR ÖNEMLİ?Standart Model’in tutarlılığını sağlamak için. Yanıtlayamadığı bazı sorulara karşın bu model, dört temel doğa kuvvetinden üçünün etkileşimini başarıyla açıklıyor. Bunlar, atom çekirdekleriyle çevrelerinde dolanan elektronları bir arada tutan elektromanyetizma, atom çekirdeklerindeki proton ve nötron adlı parçacıkları oluşturan kuark ve gluonları birbirine çok sıkı biçimde bağlayan şiddetli çekirdek kuvveti (bazı fizikçilerce “güçlü kuvvet” diye de adlandırılıyor) ve Atomların bozunarak kimlik değiştirmelerine neden olan zayıf çekirdek kuvveti. Atomaltı düzeylerde etkileşen bu üç kuvvet, “kuantum mekaniği” denen çok başarılı bir fizik kuramının konusu. (Standart Model şablonu, bu üç kuvvetle karşılaştırılamayacak kadar zayıf olan dördüncü temel doğa kuvvetini, yani kütleçekimini açıklayamıyor. Kütleçekimini açıklayan, Einstein’ın genel görelilik kuramı.)
Fizikçiler, bu kuvvetlerin, evrenin hemen başlangcında ayrıştığını ve Büyük Patlamadan önce tüm doğayı açıklayan tek ve bütünsel bir kuramın farklı görünümleri olduğunu düşünüyorlar. Nitekim bir süre önce bilimciler aslında elektromanyetizma ile zayıf kuvvetin “elektrozayıf” adlı bir kuvvet olarak özdeşleştiğini gösterdiler. LHC’den milyonlarca kat daha büyük enerji düzeylerinde, bu dört kuvvetin bütünleşeceğine inanılıyor.
Doğa kuvvetlerini özdeşleştirmenin önündeki kuramsal engel, bunların güç düzeyleri ve erimleri (menzilleri) arasındaki büyük farklılık. Örneğin, elektromanyetik kuvvetin parçacığı, kütlesiz ve (kütleçekiminin parçacığı olan graviton gibi) sınırsız erime sahip mi olan foton. Oysa, bu kuvvetin özdeşi olduğu gösterilmiş bulunan zayıf kuvvetin erimi, bir atomun çapını aşmıyor. Üstelik bu kuvveti taşıyan W ve Z adlı parçacıkların protondan çok daha büyük kütleleri var. Yine kü-tlesiz ve sınırsız erimli fotonun aksine Şiddetli çekirdek kuvvetini taşıyan gluonolarda kütleye sahip ve sınırları atomun çekirdeğinin çapıyla sınırlı,
Bilimciler bu sorunu (hiyerarşi problemi) diye adlandırıyorlar. İskoçyalı fizikçi Peter Higgs tarafından bu soruna bulunan çözüm, onun adıyla “Higgs bozonu” diye adlandırılan bir parçacık. Bu açıklamaya göre evrenin her noktası, bu parçacıklardan oluşan bir alanla dolu. Higgs bozonu, içinden geçen öteki parçacıkların çevresinde bir sanal parçacıklar bulutu oluşturarak onları bir yapışkan sıvı içinde yol alıyormuşlar gibi yavaşlatıyor ve bu yavaşlamanın (atalet) derecesi, onlara farklı kütleler kazandırıyor. Bu kütle de parçacıkların sahip olduğu özellikleri (örneğin erimleri) belirliyor. Dolayısıyla Higgs parçacığının varlığının kanıtlanması, hiyerarşi problemini ortadan kaldıracak.
HIGGS BOZONUNDAN BAŞKA NE BULUNMASI BEKLENİYOR?Aslında akla ters gelmesine rağmen Higgs, birçok fizikçinin bulmak istediği en son parçacık. Çünkü onlar LHC’de Higgs’in ortaya çıkacağından son derece eminler ve bu parçacıktan başka hiçbirşey bulunmazsa, fizik araştırmalarında yolun sonuna gelinmiş olacağı düşüncesindeler.
Dolayısıyla umutları, LHC’nin Higgs bozonundan daha önemli olarak Standart Model’in kapsam alanı dışındaki parçacıkları da ortaya çıkarması.
Örneğin, son yıllarda fiziğe damgasını vuran çarpıcı bir paradigma, evrende var olduğu hesaplanan toplam maddenin %80’inin, tanımadığımız, varlığını ancak hisstettirdiği kütleçekimi sayesinde algılayabildiğimiz bir “karanlık madde” den oluştuğunun belirlenmesi.
Standart Model’e rakip olan “süpersimetri” adlı bir kuram, başlangıç anlarında evrende bildiğimiz her parçacığın ağır (yani süper) ve ters özellikli bir eş parçacıkla simetrik bir ilişki içinde bulunduğunu söylüyor. Yani bir madde parçacığının (fermiyon) eşi, kendinden daha büyük kütlede (süper) bir kuvvet taşıyıcı parçacık (yani bozon) .
Süpersimetri kuramcıları, bunlardan “en hafif süpersimetrik parçacık” diye adlandırılan birinin, karanlık madde ile aynı özellikleri taşıdığını düşünüyorlar.
KARADELİK OLUŞACAK MI?LHC’nin tamamlanmasından yıllarca önce bazı fizikçiler, yüksek enerjili deneyler sırasında ortaya çıkacak bir karadeliğin hızla büyüyerek Dünya’yı yutacağı biçimde medyada büyük yankı bulan bir iddia ortaya atmışlardı. CERN yetkililerinin buna cevabıysa, bir karadelik oluşsa bile bunun ancak mikroskopik boyutlarda ortaya çıkacağı ve bir saniyenin çok küçük kesirlerinde “Hawking ışıması denen bir süreçle “buharlaşacağı” şeklindeydi. Nitekim CERN fizikçileri, “kozmik ışınlar” denen ve uzayın çok uzaklarından gelen proton gibi yüklü parçacıkların atmosferimizdeki moleküllere çarpmasıyla LHC’nin üretebileceğinin çok üstündeki enerjilerin ortaya çıktığını, ama Dünyamızın hala yerinde durmasının bu gibi korkuların temelsizliğine işaret ettiğini belirtiyorlar.
Yine de tartışma evrenin ilk anlarında varolduğu düşünülen bu mini karadeliklerin LHC’de de ortaya çıkıp çıkmayacağı sorusunu açıkta bırakıyor.
Karadelikler normalde büyük bir kütlenin kendi üzerine çökmesiyle oluşuyor. Ama geçtiğimiz günlerde Kanadalı ve Amerikalı iki fizikçinin yayımladığı simulasyon sonuçları, iki parçacığın çarpışmasıyla bir minikaradeliğin gerçekten oluşabileceğini gösteriyor.
LHC’de bazı deneyler, bu minikaradelikleri aramak için kurgulanıyor. Peki bu karadelikler LHC’de gerçekten gözlenebilecek mi? Science dergisine çalışmayı özetleyen bilimciler, “kesin değil” yanıtını veriyor. Çünkü karadelik oluşumu için gereken Planck enerjisi, çok büyük bir değer. LHC’de ulaşılabilecek 14 trilyon elektronvoltluk maksimum enerjinin bir kentilyon, yani milyar kere milyar katı!
Böyle olunca fizikçiler LHC’de minikaradeliklerin ancak uzayın bildiğimiz üç mekan ve bir de zaman boyutunun dışında ek boyutlara sahip olması halinde ortaya çıkabileceği görüşündeler.
EK BOYUTLARI GÖRECEK MİYİZ?Bazı kuramlara göre bizim duyularımızla algılayamadığımız fazladan boyutlar, uzay-zaman dokusuna örülmüş küçük halkalar içinde saklı.
Standart Model’e rakip bir başka model olan ve tanıdığımız ya da tanımadığımız tüm parçacıkların akıl almaz küçüklükte tek boyutlu iplikçikler, iki boyutlu zarlar ya da üç boyutlu yapıların değişik titreşim modları olduğunu öne süren “süpersicim kuramı” da çok sayıda boyutun (bazı modellerde sayı 22’yi buluyor) varlığına dayanıyor.
Aynı kuramlara göre fazladan boyutlar, Planck enerjisinin değerini büyük ölçüde düşürebilir. Dolayısıyla Dünyamızı yutmayacak ve varlıkları bozundukları parçacıkların dev detektörlerde saptanmasıyla anlaşılabilecek minikaradeliklerin ortaya çıkması, aynı zamanda fazladan boyutların varlığını da kanıtlamış olacak.
Bazı fizikçiler de bu ilave boyutların sanıldığından daha büyük boyutlarda olduğunu ve LHC’deki çarpışmaların üreteceği enerjide ortaya çıkabileceğini savunuyorlar.
Devamı...>>

Yeni fizik yolda!

Yeni fizik yolda!
CERN’deki Büyük Hadron Çarpıştırıcısı’nda varılan enerji düzeyleri, fizik kitaplarının yeni baştan yazılmasına yol açabilir.

Çok sayıda kıyamet teorisine konu olan Büyük Hadron Çarpıştırıcısı yüzyılın en büyük deneyi olarak kabul ediliyor.
Raşit GÜRDİLEK
ntvmsnbc

Avrupa Nükleer Araştırmalar Merkezi CERN’in kontrol odası, 30 Mart 2010 günü içerideki bilimci, mühendis, teknisyen ve medya temsilcilerinin sevinç çığlıklarıyla bir kez daha çınladı. Dünyanın en güçlü parçacık hızlandırıcısı olan Büyük Hadron Çarpıştırıcısı (Large Hadron Collider – LHC), ilk açılışını fiyaskoyla sonuçlandırılan arızanın 6 ay sürede giderilmesinin ve ihtiyatlı ön deneylerin verdiği güvenle, protonları rekor enerji düzeyinde çarpıştırmaya başladı.
İsviçre-Fransa sınırında yerin 100 metre altındaki tünelde proton demetleri, süperiletken mıknatıslarca ters yönlerde (boşlukta saniyede 300.000 km yol alan) ışığın hızının eşiğine (%99,999999’una) kadar hızlandırıldıktan sonra kafa kafaya çarpıştırılmaya başlandı. Bu çarpışmalarda ortaya çıkan enerji düzeylerinde, 13,7 milyar yıl önce evreni ortaya çıkaran Büyük Patlama’dan sonraki ilk anlarda varolduğu düşünülen büyük kütleli parçacıkların kendilerini göstereceği umuluyor. Bu parçacıkların, 50 yıldır evreni oluşturan maddenin en azından bir kısmını başarıyla açıklayan Standart Model adlı kuramın eksik kalan bölümlerini tamamlayacağı umuluyor.
Bu parçacıkların başında, tüm öteki parçacıklara kütlelerini kazandırdığı düşünüldüğü için fizikçilerin şaka yollu “tanrı parçacığı” diye adlandırdıkları “Higgs bozonu” geliyor.


LHC’nin oluşturacağı enerjilerde ayrıca Standart Model’e rakip süpersimetri adlı bir kuramın öngördüğü parçaların da ortaya çıkabileceği umuluyor. Deneyin bir önemli hedefi de Einstein’ın genel görelilik kuramının öngörülerine uygun olarak mikroskopik ölçekte karadeliklerin ortaya çıkıp çıkmayacağını gözlemek.
LHC’nin 10 Eylül 2009’da ilk açılışından dokuz gün sonra, süperiletken mıknatıslar arasındaki elektrik bağlantılarının arızalanmasıyla meydana gelen soğutucu kaybıyla sonuçlanan arıza, CERN yetkililerini hedeflere ulaşmakta çok aceleci davranmama konusunda eğitmiş bulunuyor. LHC, ters yönlerde hareket eden protonların her birini 7 trilyon elektronvolt (7 TeV) düzeyine kadar hızlandırıp 4 Ayrı devasa detektör içinde kafa kafaya gerçekleşen ender çarpışmalarda toplam 14 TeV enerji düzeyi elde etmek üzere tasarlanmış bulunuyor.
Ancak, şimdiye kadarki aksaklıklardan ağzı yanan yetkililer, çarpışma enerjilerini 2011 yılının sonuna kadar maksimum kapasitenin yarısında, yani 7 TeV düzeyiyle sınırlı tutacaklar. Hızlandırıcı, 2012 yılındaysa tümüyle kapatılarak, gerekli görülen teknik iyileştirmeler yapılacak ve 2013’ten itibaren tam kapasiteyle çalışmaya başlayacak.
Zaten, bu büyük makinenin devreye girmesinin ve fizikte vaadettiği yepyeni açılımların yarattığı heyecana rağmen, sonuçların incelenmesi ve açıklanması daha uzun yıllar alacak.
O halde şimdilik yapabileceğimiz LHC’nin detaylarına ve akla getirdiği sorulara daha yakından ve kısa başlıklar altında göz atmak.
SAYILARLA LHC
Proton hızı: Işık hızının %99,9999991’i Her kümedeki proton sayısı: 100 milyara kadar Her saniye biribiri içinden geçen küme sayısı: 4 istasyonda 31 milyon kadarKümelerin birbiri içinden her geçişinde çarpışma sayısı: 20’ye kadarÇarpışma başına veri: Yaklaşık 1,5 megabyte Higgs Parçacığı Sayısı: Her 2.5 saniyede 1 (tavan parlaklık ve Higgs ile ilgili varsayımlar veri kabul edildiğinde)
NASIL ÇALIŞACAK? LHC’de süperiletkenlik kazanmaları için sıvı helyumla -271 santigrat dereceye kadar soğutulmuş 7000 mıknatıs, önce proton demetlerini ışık hızının eşiğine kadar getirip odaklayacak. Bu demetlerin fizik dilinde “parlaklık” (luminosity) denen yoğunluğu, şimdiye kadar erişilebilmiş düzeyin 40 katı.
Protonlar, hızlandırıcı halkasında yaklaşık 3000 küme halinde yol alacaklar. Her biri yaklaşık 100 milyar proton içerecek olan kümeler, çarpışma noktalarına bir iğne boyutlarında ulaşacak: birkaç cm uzunluğunda ve ince bir insan saçı kalınlığında. Halkanın değişik yerlerine kurulu 4 dev detektör içindeki çarpışma noktalarında saniyede 600 çarpışma olacak.
“OLAYLAR” NASIL GÖZLENECEK?LHC’de her biri farklı hedeflere odaklı ATLAS, ALICE, CMS (Compact Muon Selenoid) ve LHCb adlı dört detektör bulunuyor. Birer apartman boyutlarındaki bu detektörler, merkezlerinde iki protonun çarpışmasıyla oluşacak enerji topunda ortaya çıkacak binlerce parçacığı izleyip enerjilerine ve izledikleri yollara göre sınıflandıracak.
VERİLER NASIL TOPLANACAK?En büyük iki detektörün her biri 100 milyon veri kanalına sahip. Bunların sağlayacağı veri saniyede 100.000 CD dolduracak hacimde. Bunların üst üste konulması durumunda boyunun alta ayda Ay’a ulaşacağı uzmanlarca belirtiliyor.
Dolayısıyla incelenmeye değer çarpışmaları alelade olanlardan ayırt edebilmek için çok katmanlı bir veri süzme sistemi kurulmuş durumda. Süzülmüş veriler, analiz edilmek üzere dünyanın her tarafından binlerce fizikçinin kişisel bilgisayarlarından oluşan bir ağa gönderiliyor.
İLGİLİ HABER
Tarihin en büyük deneyi başarılı!Görünmezlik yolunda görünür adımDünya kabuğunda anti-madde bulunduCERN'de kara delik oluşur mu?
LHC NEDEN BU KADAR GÜÇLÜ?Protonlar, tanıdığımız (hadronik) maddenin temel yapıtaşları olan kuark adlı madde parçacıklarıyla (bunlara fermiyon deniyor), bunları bir arada tutan gluon adlı kuvvet taşıyan “bozon” türünden parçacıklardan oluşuyor. Durağan kütlesi (Einstein’ın ünlü E=Mc2 formülüyle açıkladığı madde-enerji eşitliği uyarınca) 1 milyar elektronvolt olan protonları, aslında sabit birkaçı hariç sürekli ortaya çıkıp kaybolan kuark ve gluonlardan oluşmuş bir gökada gibi düşünmek mümkün. Hızlandırıcılarda meydana gelen çarpışmalarda da aslında çarpışan bu kuark ve gluonlar. Dolayısıyla LHC’de meydana gelecek çarpışmaların en şiddetlileri olan tam kafa kafaya çarpışmalarda protonların taşıdığı enerjinin toplamının, (7+7 = 14 TeV) ancak yedide biri, yani 2 TeV serbest kalacak ve ortaya çıkacak parçacıklar bu enerji düzeyinde ortaya çıkacak.
LHC’NİN RAKİBİ KİM?Parçacık fiziği alanında CERN’in Atlantik ötesindeki en büyük rakibi, fizikte büyük buluşlara imza atmış olan Chicago yakınlarında kurulu Fermi Ulusal Hızlandırıcı Laboratuvarı, ya da kısa adıyla “Fermilab”.
Fermilab, kuşkusuz bir Nobel Ödülü getirecek olan Higgs bozonunu bulma yarışını, emekliliğini ertelediği Tevatron adlı emektar hızlandırıcısıyla sürdürüyor.
Şimdiye kadar en güçlü çarpıştırıcı olma onuruna sahip olan Tevatron, protonları 1 trilyon elektronvolt (1 TeV) enerji düzeyine kadar hızlandırabiliyor. Asıl dikkate alınanın protonlar içindeki kuark ve gluonlar arasındaki çarpışmalar olduğundan Tevatron, protonları toplam 2 TeV enerji düzeyinde çarpıştırmasına rağmen, ortaya çıkan parçacıkları teraelektronvolt (trilyon elektronvolt) düzeyde inceleyebilmek için gereken enerjinin beşte birine ulaşabiliyor.
DEVAMI: “HİGGS BOZONU” NEDEN BU KADAR ÖNEMLİ?
Devamı...>>

YÜZYILIN DENEYİ HAKKINDA - LHC-CERN-

Dünyanın en büyük atom altı parçacık çarpıştırıcısı olan Büyük Hadron Çarpıştırıcısında iki proton ışını rekor hıza ulaştırılarak çarpıştırıldı. Bugüne kadarki en büyük enerji açığa çıkarıldı.
İnsanlık tarihinin en büyük bilimsel deneyinin ilk önemli aşaması dün başarıyla geçildi. 27 kilometre uzunluktaki tünelde hızlandırılarak döndürülen proton parçacıkları, bugüne kadarki en yüksek enerjiyle kafa kafaya çarpıştırıldı.

Cenevre’deki Avrupa Nükleer Araştırma Merkezinde (CERN), yerin 100 metre altındaki 27 kilometrelik oval tünelde iki proton huzmesi 3,5 Tera elektron volt (3,5 trilyon elektron volt- TeV) enerjiyle, ışık hızına (saniyede 300 bin kilometre) çok yakın bir hızla çarpıştırıldı.
Çarpışma sırasında ortaya çıkan binlerce kara deliğin doğum ve yokoluş sürecini kaydeden bilimciler, bunların analizi sonucunda evrenin yapıtaşlarına ilişkin çok önemli bilgilere ulaşabilir. Elbette bu kara deliklerin dünyayı yok edeceğine ilişkin bilim dışı söylentiler de ortadan kalkmış oldu. Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi (CERN) uzmanları, parçacık çarpıştırıcısında “büyük patlamayı” bugün gerçekleştirmeye çalışacak.
CERN araştırmacılarının açıklamasına göre, kozmosu oluşturduğu düşünülen “büyük patlama” Fransa-İsviçre sınırında 27 km uzunluğundaki dairevi yeraltı tünelinde yeniden oluşturulmaya çalışılacak.
Yerin 100 metre altındaki tünelde, 3.5 Tev (terraelektronvolt) gücündeki ışık huzmeleri ters istikametlerden gönderilerek toplam 7 Tev enerjiyle çarpıştırılacak.

CERN yetkilisi Steve Myere, “İki huzmeyi çarpıştırmak başlı başına zorlu bir iş. Bu, okyanusun ortasında çarpıştırmak üzere Atlantik’in iki kıyısından birer toplu iğne fırlatmak gibi bir şey aslında…” dedi.
Bilim adamları, “büyük patlama” deneyinde kozmosun doğasını kavramaya yarayacak yeni parçacıklar görmeyi umuyor. Bir mikro saniye sürecek çarpışmada, temel element parçacıkları, atom çekirdeklerini oluşturmak için birleşmeye başlamadan önce meydana gelen “büyük patlama” anındaki koşulların oluşturulması öngörülüyor.
Uzmanlar, çarpışma sırasında, özellikle teorik fizikteki kütle kavramının temelini oluşturan veya kara maddenin neden yapıldığını anlamaya yarayacak Higgs parçacığının (Tanrı parçacığı) kanıtını göreceklerini umuyor.

Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi’nde (CERN) görevli Türk araştırmacı Dr. Bilge Demirköz, elde edilen enerjiyle 18-24 ay arasında veriler elde edeceklerini bildirerek, daha sonra hızlandırıcının bazı parçalarının yenilenerek üst teknolojiye çıkarılacağını belirtti. Demirköz, daha sonra deneye tekrar başlayacaklarını ve şu anki enerjinin de üst seviyelerine çıkacaklarını söyledi.
Devamı...>>

EVREN VE BEYNİMİZİN BENZERLİĞİ


Fizikçiler bir beyin hücresinin yapısının bütün evrenle aynı olduğunu keşfettiler. Aslında söze hiç gerek yok. Sadece fotoğraflara yan yana bakmanız yeterli…Beyin Hücresi; Brandeis Üniversitesi’nde doktora öğrencisi olan Mark Miller, beyindeki belirli türlerdeki nöron hücrelerinin birbirleriyle nasıl bağlantılı olduklarını araştırıyor. Bir farenin beynini zayıf dilimlere boyayarak, bağlantıları görsel olarak belirleyebiliyor. Yukarıdaki imaj; soldaki üç nöron hücresinin (iki kırmızı ve bir sarı) ve onların bağlantılarını göstermektedir. Evren; Astrofizikçilerin uluslararası bir grubu, evrenin nasıl büyüdüğünü ve değişiklik geçirdiğini canlandırmak için geçen yıl bir bilgisayar temsili kullandı. Yukarıdaki temsili imaj; binlerce yıldız, galaksi ve kara madde (ağ) tarafından çevrilen geniş bir galaksi kümesini (açık sarı) ön plana çıkaran şimdiki evrenin enstantene bir resmidir. TIKLAYIN BAKIN FARKLI MI?


Biri sadece mikrometreler genişliğindedir.Diğeri milyarlarca ışık yılı boyuncadır. Biri, bir fare beynindeki nöronları gösterir.

Devamı...>>

YENİ FİZİK, YENİ ÇAĞ


BHÇ(BÜYÜK HADRON ÇARPIŞTIRICISI) nın çalışacağı 10 yıl boyunca 10^17 dolayında proton-proton çarpışması gerçekleşecek. Yaklaşık 10 'ekzotik' olayın gözlenmesi "yeni fizik" keşfi sayılabilir.

Bu 10 ilginç olayın 10^17 sıradan olay arasından seçilmesi gerekiyor. Tipik bir iğnenin hacmi 5 mm^3 ve tipik bir saman yığınının hacmi 50 m^3 olarak alınırsa BHÇ'nda yeni fiziğin aranması bir milyon saman yığınında bir iğnenin aranmasına benzetilebilir.

"BHÇ'nda veri alacak olan deneyler bu işi başarabilecek şekilde tasarlandığından ilginç keşiflerin bizi beklediğine inanıyoruz ve Türk YEF'çileri (Türkiye'den Ankara ve Boğaziçi Üniversitelerinden YEF grupları) olarak bu heyecanlı maceranın içinde yer aldığımız için büyük mutluluk duyuyoruz."


Devamı...>>

ESO-Türkçe Yayında


Yakın zamanda görüşmeleri biten yeni haber ve keşif sitemiz ESO-Türkçe yayına başladı. ESO haberlerini artık Türkçe alabileceğimzi sağlayan ve Gökbilim üzerine yeni ve ciddi bir türkçe siteye daha kavuşmamızı sağlayan ise Çanakkale 18 Mart Üniversitesi'nden Arif Solmaz...
ESO orijinal adı "European Southern Observatory" kelimelerinin baş harflerinden geliyor. Türkçeye birebir çevirirsek "Avrupa Güney Gözlemevi" anlamına geliyor. Buna bakarak bu gözlemevinin Avrupa'nın güneyinde olduğunu sanmayın. ESO, Güney Amerika'da Şili'de bulunuyor. Işık kirliliğinin Avrupa'ya göre çok az olduğu yüksek bir tepeye kurulu olan gözlemevinde başta 8.2 metrelik VLT (Very Large Telescope-Çok Büyük Teleskop) olmak üzere Max Planck ve APEX adlı değişik amaçlı teleskoplarda bulunuyor. Bu teleskoplarla yapılan keşiflerin haber verildiği sitedeki yazılar şimdiye kadar 18 dile çevrilerek veriliyordu. Türkçe'nin eklenmesiyle bu sayı 19'a ulaştı.
ESO mali yönden Avusturya, Belçika, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Almanya, İtalya, Hollanda, Portekiz, İspanya, İsveç, İsviçre ve İngiltere tarafoından desteklenmektedir.
ESO'nun Türkçe ile verilen son haberi ise "Yıldız-Oluşum Bulutsusunun Aydınlık ve Karanlık Yüzü" oldu.

Bağlantılar:
ESO-Türkçe Anasayfa

Devamı...>>

Türkiye 'de Her İle Bir Teleskop

-->
IT sektörünce yöneticilik yapan Nurcan Örtügen Gök hobisini sosyal sorumluluk projesine çevirdi. 1 yıldır uzay ve gökbilimle ilgilenen Gök, evinde teleskop yapıyor ve bu teleskopları okullara vermek istiyor.


IT sektöründe yöneticilik yapan Nurcan Örtügen Gök (35), çocukluğundan beri astronot olmayı hayal ediyormuş. Hatta küçükken bebek değil teleskop istermiş. Üniversite sınavı gelene kadar Türkiye’de astronot olunamadığını bilmeyen Gök istatistik okumuş. İş hayatı, evlilik ve çocuk nedeniyle de bu hobisinden uzak kalmış. Ta geçen seneye kadar. Kendisi için birşeyler yapmaya karar veren Gök kendisine bir teleskop almış, gözlem yapmaya başlamış. İnternette Gökbilim Forumu’ndan bilgiler edinmiş. Neye nasıl bakması gerektiğini öğrenmiş. Bilgisayara astronomi programları yüklemiş.

Geçen senenin dünya astronomi yılı olması nedeniyle gökbilimle ilgili birçok etkinlik düzenlenmiş. Kültür Üniversitesi’ndeki amatör teleskop yapma çalıştayına katılan Gök, 9 gün süren bu etkinlikte teleskop yapmayı öğrenmiş. Çalıştaya başvuranların çoğunun öğretmen olduğunu belirten Gök: "Amaç önce öğretmenlere teleskobun nasıl yapıldığını öğretmekti. Böylece onlar da öğrencilerine öğretebilecekti ve daha çok kişi öğrenmiş olacaktı." 100 kişinin katıldığı etkinlikte 9 günde 100 teleskop yapılmış. Gündüzleri teleskop akşamları da gökbilimi dersleri almışlar, astronomi yazılımlarını öğrenmişler. El yapımı teleskobun çok daha değerli olduğunu belirten Gök, teleskobun 5 günde bittiğini söylüyor. Uzmanlık kazanıldığında ise süre 2 güne kadar düşüyor.

Okulda gözlem yapılacak

Çalıştaya katılan öğretmenlerin teleskoplarını okullara götürdüklerini belirten Gök: "Ben ise teleskobu aldım eve geldim. Bunun yaygın bir hobi olsun istiyorum. Astronomi öğrencileri istihdam konusunda çok sıkıntı çekiyor. Mesela yurtdışında kaldırım astronomluğu diye bir iş kolu var. Sokaklara kurulan teleskoplardan nasıl bakılması gerektiğini gösterip bilgi veriyorlar. Çalıştaya katılıp teleskop sahibi olmamın bir sonucu olması gerekiyordu. Evde 3-4 tane teleskop var. Kendim bir kurum değilim. Çalıştay da organize edemiyorum. Bana teleskop yapmayı öğret diyen de yok. Teleskobun yapılabilir birşey olduğu duyulsun istedim. Çocuklar gezegenleri çok daha iyi görüyorlar bizden. Gözlem etkinlikleri düzenlendiğinde çocuklar çok ilgi gösteriyor." Yaptığı teleskopları okullara bağışlamak isteyen Gök daha fazla okulun bundan haberdar olması için İlk Teleskobum projesine başladı. İlköğretim öğrencileri ’hayalimdeki uzay’ konulu bir resim çizecek, bu resmi nurcanortugen@gmail.com adresine gönderecekler ve http://ilkteleskobum.org/ sitesinde yayınlanacak. En çok oy toplayan resmin sahibi olan öğrencinin okulu teleskobu almış olacak. Ayrıca teleskobun teslim edildiği gece okulda biz gözlem etkinliği düzenlenecek. Bu etkinliğe İstanbul Üniversitesi Amatör Astronomlar Kulübü ve Ankara Üniversitesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölüm Başkanı Ethem Derman da katılacak. Gözlem dışında öğrencilere bilgiler de verilecek.

Her ile bir teleskop

Gök, her ilde bir devlet okulunun teleskop sahibi olmasını istiyor. Şu anlık İstanbul dışındaki okullar için birşey yapamadığını belirten Gök: "Etkinliklere öğrenci kulüpleri de gelecek ve masraflarının karşılanması gerekiyor. İşten izin almam da zor şu an için. Her ile bir teleskop vermeyi planlıyorum ama zaman içinde şekillenecek."

Başvuruların 8 Mayıs’ta biteceği resim yarışmasını kazanan öğrencinin okuluna teleskobun 21 Mayıs’ta teslim edilmesi planlanıyor. Okulların açılmasıyla yeniden bu yarışmayı düzenleyip başka illere de teleskop vermek istediğini belirten Gök: "Urfa’da da teleskobu olan okul olsun. Işık kirliliği daha az orada. Belki de yeni yıldızlar keşfedecekler" diyor.
Devamı...>>

3 Boyutlu Hubble


NASA, görsel ağırlıklı yeni bir Hubble sitesi oluşturdu. "Hubble 3D" adı verilen sitede, Hubble uzay aracının özelliklerini keşfederek işe başlıyorsunuz. Aracı evirip çevirerek, üzerindeki kameraları ve araçları görüyor ve haklarında bilgi edinebiliyorsunuz.
Üst menüde Gallery kısmıyla birlikte Hubble'ın çektiği bazı görüntüleri açıklamalarıyla birlikte inceleyebiliyorsunuz. Bu görüntüleri ayrıca "Downloads" bölümünden bilgisayaraınıza indirebilir güzel masaüstü fotoğrafları elde edebilirsiniz.
"Game" kısmında ise birbirinden farklı görüntüleri "parçalı bulmaca" (puzzle) ile birleştirmeye çalışıyorsunuz.
"Education" kısmı ise çocuklar için düşünülerek hazırlanmış. Burada yazmakla olmuyor en yisi siz girip inceleyin.

http://www.imax.com/hubble/

Devamı...>>

Uzayda Yolculuk


Çanakkale 18 Mart Üniversitesi'nden Arif Solmaz kendi adını taşıyan sayfasında yeni bir yazı dizisi başlattı. Gök Bilgi'de öyle her haber ve gelişme yer almadığından bu yazıya dikkat etmeniz gerekecek. Çünkü Arif Solmaz yazı dizisiyle bizi bir uzay yolculuğuna çıkarıyor.

Güzel bir çalışma olacağa benziyor. Özellikle uzay meraklılarının ve geleceğin astronotlarının okumaları gereken bir yazı dizisi olacağa benziyor. Dizinin ilk bölümünü buradan sizinle paylaşmak istiyorum:

Yeryüzü

Dünya’nın bu fotoğrafı (üstte) Apollo 17 mürettebatı tarafından 1972 yılının Aralık ayında uzay araçları Dünya-Ay arasında ilerlerken çekilmiştir. Afrika ve Arabistan’ın turuncu-kırmızı çölleri derin mavi okyanuslarla ve Antarktika’yı kaplayan beyaz kar ve bulutlarla tümüyle karşıt renklerde yerini almaktadır.

Görüntü: NASA, Apollo 17, NSSDC

Uzaklık Bilgisi
Dünya’nın çapı ekvatorda 12,756 kilometredir (km).

Bu Büyüklükteki Uzaklıkları Nasıl Hesaplıyoruz?

M.Ö 200 yılında, Dünya’nın büyüklüğü aslında %1 hata payıyla hesaplanmıştı! Aristo’nun düşüncesini kullanan Erastotenes’e göre, eğer Dünya yuvarlaksa, geceleyin gökyüzündeki uzak yıldızlar farklı enlemlerde bulunan gözlemcilere farklı konumlarda görünecekti. Erastotenes, Güneş’in yazın ilk gününde Mısır’ın Syene kentinde tam olarak başucu noktasından geçtiğini biliyordu. Aynı günün öğlen vaktinde, Alexandria şehrinde Güneş’in başucu noktasından olan açısal yerdeğiştirmesini ölçtü, burası Syene’den 5000 stadia (stadyumun çoğulu:eski bir uzaklık birimi – yaklaşık 150 metre) uzaklıkta yer almaktaydı. Açısal yerdeğiştirmenin 7.2 derece olduğunu buldu – çember 360 derece olduğuna göre, 7.2 derece çemberin 1/50 lik kısmına karşılık gelmekteydi. Geometri bu 1/50 oranının Dünya’nın çevresinin Syene ve Alexandria şehirleri arasındaki mesafeye oranıyla aynı olduğunu söylemektedir. Böylece Dünya’nın çevresi, iki şehir arasındaki uzaklığı (5000 stadia), 50 ile çarparsak, 250.000 stadia olarak bulunuur.

1/50=5000/Ç

Ç=Çevre=5000×50=250.000

Kilometreye nasıl çevireceğiz? ‘Stadium’ biriminin yaklaşık 0.15 km olduğunu biliyoruz. Bunun anlamı Erastotenes Dünya’nın çevresini yaklaşık 40.000 km olarak tahmin etmiştir. Ayrıca çemberin çevresinin 2pi (3,1415…) çarpı çemberin yarıçapı olduğunu da biliyordu. (Ç=2pixr) Bu bilgiyle, Erastotenes Dünya’nın yarıçapının 6366 km olduğu sonucunu çıkarmıştı. Bu değerlerin her ikisi de bugün kullandığımız modern değerlere çok yakındır. Dünya’nın çevresi ve yarıçapı sırasıyla 40.070 km ve 6378 km olarak yörüngede dolanan uzay araçlarıyla ölçülmüştür.Çemberin çapı yarıçapın iki katıdır, bu da bize Dünya’nın çapını 12756 km olarak vermektedir.

Not: Dünya neredeyse, fakat tam olarak değil, mükemmel bir küredir. Ekvator yarıçapı 6378 km, kutup yarıçapı 6357 km’dir, başka bir deyişle, Dünya hafifçe basıktır. Erastotenes kutup yarıçapını ölçmüştür, ve (0.15 km/stadyum dönüşümünü kullanarak) bulduğu değer kutup ve ekvator değerleri arasında yer almaktadır.

Bu Uzaklıklar Astronomlar için Neden Önemlidir?

18. ve 19. yy’larda, astronomlar Dünya’nın çapını güneş sisteminin boyutlarını belirlemek için bir ölçü olarak kullanmışlardır. Günümüz astronomlarının günlük araştırma faaliyetleri için Dünya’nın büyüklük bilgilerini bilmeye ihtiyaçları yoktur. Yine de, Dünya’nın çapı, gezegenin sakinleri olan bizler için kozmik uzaklık ölçeğini anlama çabasında halen ilk adımı temsil etmektedir.

Seyahat Süresi
Yörüngede saatte 27.880 km (17.322 mil) hızla dolanan Uzay Mekiği’nin bir turu yaklaşık 90 dakikadır, ya da Dünya’nın çevresinin hemen dışındaki seyahati. 322 km (200 mil) yükseklikteki bir yörünge aracı yaklaşık 41.300 km (26.000 mil) yol katetmektedir.

Bir sonraki durağımız Güneş Sistemi olacak.

Kaynak: NASA, Cosmic Distance Scale



Dizinin devamı http://arifsolmaz.wordpress.com/dunyadan-evrene/ adresinde yayınlanacak.

Devamı...>>

Bu Hafta Kırmızı Gezegen Mars'ı Gözleyelim


Mars bu hafta Dünyamıza 99 milyon kilometre uzaklıktadır.
2012 yılına kadar en yakın konumunda olacak.
Teleskoplarınızı alın ve turuncu-kırmızı olarak parlayan Kırmızı Gezegeni gözleyin.
Doğuda Yengeç (Cancer) takım yıldızı tarafında ve Güneş battıktan hemen sonra yükselmektedir.
Kaçırmayın!

-1,3 ışık şiddeti büyüklüğünde parlayacak tıpkı en parlak yıldız Sirüs gibi.





Devamı...>>

Her Perşembe TRT'de Gökbilim Programı

Bundan böyle TRT-Türkiye'nin Sesi Radyosu (TSR)'de her perşembe akşamı 19.00'da Gökbilim konuşulacak. Programa konuk olarak katılacak olan değerli bilim insanımız Prof. Dr. Ethem Derman ile Gökbilim'deki gelişmeleri, yenilikleri öğreneceğiz, dinleyeceğiz. Radyoyu internetten rahatlıkla dinleyebilirsiniz. Bu türden programların yapılmasının zamanı gelmedi mi sizce. Bu konuda daha fazla derdimi açıp sizi sıkmadan ilk programı dinleyelim.

Aşağıdaki video, Ethem Hocamızın bir öğrencisi tarafından hazırlanmış. Radyo programını ise başka bir öğrencisi kaydetmiş. İşte ilk bilim sohbeti ve Ethem Hocanın ilk gökbilim programı:


Devamı...>>

Hubble evrenin ilk dönemini yakaladı


Hubble Uzay Teleskopu evrenin ilk dönemini yakaladi,- Büyük Patlamadan (Big Bang )sadece 600 milyon yıl sonrası yani evren henüz daha yeni yürümeye başlayan çocuk dönemine benzemektedir.

Bilim insanları Amerika Astronomi Cemiyeti'nin salı günü toplantısında bu fotoğrafı çözdüler.
Erken evren dönemini , hatasız olarak ilk evreye ait yıldız bulutsusu belirtileri ve milyon yıl yaşındaki galaksileri gösteriyordu.

Bu genç galasiler ,spiral ve elipse benzer şekli henüz oluşturmamışlar ,çok küçük ve oldukça mavi renktedirler.

"Bunun nedeni bulunduğu dönemden kaynaklanmaktadır, ağır metalleri içermiyorlar" dedi, -fotoğrafı çözen kişiler arasından -astronomi profesörü Garth Illingworth, California Üniversitesi /Santa Cruz,
"Çok küçük galaksileri görüyoruz bunlar bugünkü büyük galaksilerin tohumudur" dedi Illingworth haber konferansında ,



" NASA nın Hubble teleskopu geçen seneden tamir edilinceye kadar geçen sürede astronomlar Büyük Patlamadan sonra 900 milyon yıl yaşındaki görebildiler" dedi , Illingworth


Hubble bir anahtar gibi evrenin yaşının 13,7 milyar yıl olmasına dair onyıllar süren tartışmanın sonlanmasına yardımcı olmaktadır.

Bilindiği kadarı ile Hubble daha ilk galaksileri göremiyor.Bu nedenle NASA , 4.5 milyarl dolarlık yeni güvenilir bir gözlemevini dört yıl içinde yerleştirecek .
"Biz daha işin başlangıcındayız" dedi astrofizikçi Neil deGrasse- Tyson /Amerika Müzesi/Natural History(Doğa Tarihi)

" Her adım daha önce bilmediklerimizle , bizi başlangıca daha çok yaklaştırıyor ",

Bu yeni Hubble fotoğrafı çok uzaktadaki basit galaksileri bitiştirilmiş yakınlıkta ,çok yeni ve oldukça evrim geçirmiş olduğunu gösteriyor.Bu sonuç ,kozmik aile fotoğrafın bize galaksilerin farklı yaşlarda ve gelişme evrelerde olduğunu yaşlarının da 13 milyar yıldan fazla olduğunu gösteriyor.

Tyson, Hubble'ın bu kolayca anlaşılamayan görüntüsünü araştıran kişi olarak "çoğu insan kendi bebeklik resmini görmek ister ,fakat bu resimler çok farklı " bu resimler hepimizin bebeklik resmidir ,bu nedenden dolayı oldukça ilginç"

___

Devamı...>>